[voiserPlayer]
Toplumsal yaşamın devamlılığı iki ana aks üzerindedir. Bu akslar çoğu zaman anlamsal bakımdan tam bir karşıtlık içerir: vasatlık ve kurumsallaşma.
Bunlardan biri, ortalama veya ortalamanın altındaki standartların kabulünü temsil ederken diğeri, uygulama ve normların kurumsal çerçevelere yerleştirilmesini ve olumlu anlamda alındığında, bu yerleşmiş yapının sunduğu sürdürülebilirliğin ve istikrarın getirilerini ifade eder.
Bu akslar aynı zamanda toplumsal alanın tüm boyutları için olduğu gibi ekonominin de uzun dönemde ne yöne evrileceği hakkında hem bir belirleyici hem de bir gösterge niteliğindedir.
Vasatlık
Genellikle hırs veya mükemmellik eksikliğiyle karakterize edilen vasatlık olgusu, organizasyonlara ve toplumlara sinsice sızıp yerleşebilir. Rahatlık görünümüne sahip bir iklimin hakim olduğu ve yeniliğin ikinci planda kaldığı ortamlarda gelişme gösteren bu olgu, akademik kurumlardaki düşük performanstan kamu kurumlarındaki yetersiz hizmet sunumuna kadar çeşitli şekillerde kendini gösterir.
Hatta toplumsal deneyimdeki yaygınlığına bağlı olarak sadece bu alanlarla sınırlı kalmayıp piyasa mekanizmasını esas alan organizasyon türlerinde de çözülmeye sebebiyet verebilir.
Kuşkusuz tüm bunların toplamda oluşturduğu vasat, toplum genelinde moral ve motivasyonun aşınmasına, yaratıcılığın bastırılmasına ve ilerleme dinamiklerinin ortadan kalkarak durağan bir görünümün oluşmasına sebep olabilir.
Kurumlarda vasatlığın yerleşmesi ve sürdürülmesine çeşitli faktörler katkıda bulunabilir. Bürokrasinin bürokratikleşmesi, katı hiyerarşik oluşumlar, değişime karşı direncin yerleşmesi, her konuda adil çözümlerin ötelenmesi ve örselenmesi, vasatlığın kök salması için uygun bir zemin yaratabilir.
Ek olarak, başarısızlık korkusu ve riskten kaçınma; bireyleri, kuruluşları ve yine toplamda toplumları ileriye götürecek hedefleri takip etmekten caydırabilecektir.
Böylece, sorumluluk bilinci ortadan kalkıp ödül-performans sistemi ve adalet-hakkaniyet uyumu bozulduğunda, vasatlık kültürü hâkim kültür haline gelmiş olur.
Kurumsallaşma Nedir?
Kurumsallaşma ise uygulamaların, normların ve yapıların kurumlarda derinlemesine yerleştiği bir süreci ifade eder. Dolayısıyla kurumsallaşma, istikrar ve öngörülebilirlik sağlayan bir ortam yaratır.
Öte yandan, vasatın kurumsallaşması olasılığı da atalet ve değişime karşı direnci besleyebilir. Bu olasılığın vücut bulması, zamanla süreçlerin katılaşmasına yol açarak gelişen koşullara uyum sağlamayı zorlaştıran, yerleşik normlar ve uygulamaların rehaveti güçlendirmesinden ötürü, vasatlığın kendi kendini sürdüren bir döngüye dönüştüğü bir dinamo etkisi yaratabilir.
Diğer bir deyişle, vasatlık ve kurumsallaşma birbirini dışlayan şeyler olmayabilirler. Daha doğrusu, uygun koşullar oluştuğunda çoğunlukla bir kısır döngü içinde birbirlerini güçlendirme eğilimi gösterebilirler.
Kurumsallaşmış yapılar ve kültürler, uyumu yenilik yerine ödüllendirerek ve mükemmellik pahasına statükoyu koruyarak vasatlığı sürdürebilir. Vasatlık, ortalamanın altındaki performansa tolerans gösterildiğinde ve hatta organizasyonlar içinde normalleştirildiğinde kurumsallaşabilir.
Toplumsal alanda ise vasatlığın kurumsallaşmasının sonuçları, bireysel kurumların sınırlarının çok ötesine uzanır. Eğitimde vasatlık, her türlü öğrenci başarısını engelleyebilir ve öğretimin kalitesini zayıflatabilir. Sağlık hizmetlerinde vasatlık, tedavi süreçlerini ve insan sağlığını tehlikeye atabilir ve tıbbi yenilikleri engelleyebilir. Yönetişim alanında vasatlık, kamu kurumlarına olan güveni aşındırabilir ve politika oluşturmanın etkinliğini azaltabilir.
Nihayetinde vasatlığın kurumsallaşması, toplumsal ilerlemenin durması ve refah düzeyinin gerilemesi, daha popüler ve basit ifade ile fakirleşmenin açıklayıcısı olarak düşünülebilir. Pek tabii bu noktada fakirleşme, yaşanan sonuçların dar bir çerçevedeki halidir. Ancak insan yaşamından eksilenler bunun çok daha ötesindedir.
Vasatlıktan Nasıl Kurtulabiliriz?
“Nerede o eski bayramlar?” dediğinizi duyar gibiyim. Eskinin simidinde, yaz tatilinde, bayramlık alışverişlerinde aranan tadın ne olduğu şimdi sanki daha anlaşılır durumda… Belki akla şimdi tam da şu soru geliyordur: “Merkez bankası başkanı değişti ya, yine de çay-simit yapmanın eski tadını alamayacak mıyız?”
İşte bu düştüğümüz yerden kurtulmak hem bireysel hem de kurumsal düzeyde ortak çaba harcamayı gerektiriyor. Bazılarımız çok çalışsak buradan çıkamaz mıyız? Cevap basit: Çıkamayız.
Bunun için hesap verebilirlik ortamının ve risk almanın teşvik edileceği, yeniliğin ödüllendirildiği, kurumlarda esneklik ve uyarlanabilirliğin benimsendiği, her alanda adaletin sağlandığı ve sürdürüldüğü bir iklimin yaratılması, çoğu zaman bu kadar sofistike cümlelere gerek duymaksızın “yapısal reformlar” diye iki sözcükle tanımlanan adımların atılmaya başlanması, her şeyin başlangıcı olabilir. Ama yine de tek başına bunlar da yetmeyecektir.
Çözüm için topyekûn bir bakış açısı değişikliği gerçekleştirmek ve “Acaba?”lardan azade olarak bunu sürdürmek durumundayız. Bu da toplumsal alanda, toplumu çevreleyen her türlü kurallar bütününün belirli bir rasyonelde sağlanması ve sürdürülmesinden geçer.
İşin özü, ağızlarda tat bırakmayan, aslında yeni tat olarak vasatın tadını almaya başladığımız ve alıştığımız, bu yüzden eski tadı ararken simit aldığımız simitçiyi, demlediğimiz çayı değiştirdiğimiz, ekonomide de merkez bankası başkanı değişince bir şey değişir diye beklediğimiz bir ortamda hiçbir şeyin değişmeyeceğidir.
Bunun da arka planı; kuralsızlaşan ve ahlaki değerlerinde erozyon yaşanan piyasa dinamikleri ve buna kısmen de olsa yön ve biçim verme yetkinliğinde olanların, oralı olmamasıdır.
Yüksek olan ve yüksek seyretmeye devam eden enflasyon, kredi kartı borçluluğunun tarihi zirvelere tırmanışı, tüm zamanların en adil olmayan gelir dağılımı, yoksullaşan ve yoksullaştığı için kural tanımazlığı, keskinleşen ve ahlaki değerlerini daha da hızlı yitiren bireyler… Daha fazla maliyetle daha kötü performans elde edilen eğitim süreçleri, rekabete dayalı sportif aktivitelerde dünya sıralamalarında aşağılarda kalmaya başlayan bir ülke, yıkılınca yerine yenisini koyamadığımız her şey… Bütün bunlar işte akla o soruyu getirmiyor mu: “Nerede o eski bayramlar?”
Vasatın hakimiyeti sürdüğü sürece ödün verdiğimiz her şey, zihinlerimizdeki eski-yeni karşılaştırmalarını canlandırmaya devam edecek kuşkusuz. Daha yeni ürün ve hizmetler satın alacağız, ama eski mutluluğa sahip olmayacağız. Simit alacak fakat eski lezzeti bulamayacağız.
Zaten ne yapılması gerektiğini bildiğimiz halde, unuttuğumuz doğruları hatırlatması için dünyanın farklı coğrafyalarından, süslü özgeçmişlerle insanlar getirmeye çalışacağız. Ama bakış açımızı tümüyle değiştirmediğimiz için gelen gideni aratacak, simidin susamları azalmaya, gramajı hafiflemeye ve fiyatı artmaya devam edecek…
Gelecekte daha yüksek refaha sahip olmak, gösterdiğimiz çabanın karşılığını alabilmek, dünya ekonomisi ve siyasetinde varlık gösterebilmek ve gerçekten uzayda kendimizi kanıtlayabilmek, ancak ve ancak bu köklü değişimi gerçekleştirebilmemizle mümkün. Ancak o zaman gelecek nesiller için daha parlak bir gelecek yaratabiliriz.
Fotoğraf: Pawel Czerwinski