Kripto varlıkların Satoshi Nakamoto tarafından ortaya konulan mantığı, sınırların ve merkezi otoritenin ortadan kaldırılmasıyla merkeziyetsiz olarak ayakta tutulabilecek bir kayıt sistemi kurmak ve buna bağlı olarak bir ekonomik modelin temellerini atarak ilk uygulamasını hayata geçirmekti. Bu modelin ilk örneği olan Bitcoin’in 20 yıldan kısa bir süre içinde farklı alanlara yayıldığını ve değiştiğini hep beraber gördük.
Bugün, dünya piyasalarında kripto varlıkların değerlemeleri iki şekilde yapılmaktadır: Ya ortaya koydukları değer önerisinin bir sonucu olarak değerlemelerini al/sat piyasaları belirler ya da gerçek dünya varlıklarının karşılığında basılan kripto varlıklar, bu varlıkların temsil ettiği gerçek dünya değerlemeleri üzerinden değer görürler. Bu yazıda gerçek dünya varlıklarının dijitalleştirilmesi ve dünya piyasasına sunulması üzerine konuşacağız.
Dijitalleşen Varlıklar
Gerçek dünya varlıklarının dijitalleştirilmesinden önce paranın köklerinden bahsetmek ve bu fikrin ilk örneklerinin nasıl ortaya çıktığını anlamakta fayda var. 19. yüzyılda yaygınlaşan ve birçok ülke tarafından benimsenen altın standardı, bu noktada önemli bir yere sahiptir. Basit bir şekilde açıklamak gerekirse altın standardı, bir ülke tarafından basılan para veya diğer değerli kağıtların, ülkenin altın rezervinin karşılığında basılması anlamına gelmektedir. Bu sistem sayesinde ülkeler, paranın arzını sınırlandırmayı ve enflasyonu kontrol altına almayı hedeflemekteydi.
Dünya savaşları ve Büyük Buhran gibi ekonomik çalkantılar sonrasında ülkeler, yavaş yavaş bu standarttan uzaklaşmaya ve hükümetlere para politikaları konusunda daha fazla alan sağlayan itibari para (fiat para) standardını benimsemeye başladılar.
Peki altın standardının bugünkü konumuzla ne ilgisi var? Altın standardı sayesinde ülkeler arasındaki para birimlerinin değeri, global olarak kabul edilen altın üzerinden hesaplanıyordu ve bu sistem global bir kabul edilebilirlik sağlıyordu. Bu kolay dönüştürülebilirlik sayesinde ülkeler arasında ticaret ve para değişimi kolay bir şekilde kontrol edilebiliyordu.
Kripto varlık kısmına gelecek olursak, bu varlıkların değerlemesi ve alışılagelmiş finansal sistemlere entegre edilmesi konusundaki en büyük problemlerden birisi, Bitcoin gibi kripto varlıkların aşırı değişken ve bir standarda bağlı olmayan fiyat değişiklikleriydi. Buna karşılık olarak, stabil token’lar piyasaya sürülmeye başlandı ve menkul kıymet ve kullanım tokenları (security ve utility token’lar) konuşulmaya başlandı.
İtibari paraya (fiat paraya) dayalı stabil token’ların mantığı, basılan her bir token için güvenilir bir kuruluşta (banka) o token’a karşılık gelen paranın tutulmasına dayanmaktadır. Mesela siz bugün 100 tane Türk Lirası stabil token’i basmak isterseniz bankada 100 liranızı kilitlemeniz ve bunun karşılığında bankadan basit bir teminat mektubu almanız yeterli olacaktır. Bu konuda şu anda en ünlü stabil token Tether adlı projedir ve en son yayınladıkları mali denetim raporunda banka hesaplarında 114 Milyar ABD Doları ve 29 Milyar Euro bulundurduğunu ve bu paralar karşılığında farklı kripto varlık ağlarında stabil token bastıklarını raporlamışlardır.
Tether projesi gerçek dünyadaki finansal bir değerin kripto varlığa aktarılmasının en iyi ve en başarılı örneği olarak kabul edilebilir. Peki başka varlıkların kripto varlık dünyasına aktarılması nasıl olabilir?
Bu konu uzun süredir kripto topluluklarında konuşulmaktadır. Ancak gerekli yasa ve altyapılar konusunda boşluklar olduğu için gerçek hayat geçen başarılı olan proje sayısı çok azdır. Bu yazının devamında bir kaç farklı senaryoyu tartışıp, security token uygulamasına dayanan projelerin ne gibi zorluklarla karşılaştıklarını, olası yararları ve zararlarını konuşacağız.
Varlıkların Dijitalleştirilmesinin Önünde Yatan Zorluklar
İlk olarak değerli madenlerden başlayabiliriz. Fiziksel değerli maden rezervlerine (altın, gümüş, v.b.) dayanan token’lar, bu madenlere finansal yatırım yapmak isteyen yatırımcıların bu değerli madenlerin sahibi olmasını ve bu madenleri küresel çapta kolayca alıp satmasını sağlar.
Böylece altın yatırımı yapmak isteyenler, fiziki altının saklama ve güvenlik maliyetlerinden kurtulurken, aynı zamanda kesirli altın alım satımı yaparak daha küçük miktarlarda yatırım yapabilirler.
Başka bir örnek içinse Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı’nı düşünebiliriz. Bir gayrimenkulü temsil eden token’lar, küçük yatırımcıların da bu pazara katılmasını ve mülkiyet haklarını kolayca transfer etmelerini mümkün kılar. Bu sayede, yüksek maliyetli gayrimenkullere yatırım yapmak için büyük sermayelere ihtiyaç duyulmaz; bütün dünyadaki gayrimenkul pazarına küçük miktarlarla dahil olabilir ve yatırımlarını kolayca çeşitlendirebilir.
Son olaraksa en çok konuşulan şirket hisselerini ele alabiliriz. Geleneksel borsalardan bağımsız olarak şirketlerin kendi hisse senetlerini temsil eden token’lar çıkarıp küresel yatırımcı kitlesine ulaşması ve daha düşük maliyetlerle sermaye toplaması mümkün kılınabilir. Bu yöntem, halka arz süreçlerini hızlandırırken, küçük yatırımcıların da halka arzlara katılımını kolaylaştırır ve şirketlerin lokal sermaye piyasaları kuralları arasında sıkışmadan, bütün dünyada işlem gören bir hisse sermayesine ve geniş bir yatırımcı tabanına erişimini mümkün kılar.
Bütün bu senaryolar teknik olarak mümkün ve çok güzel olsa da uluslararası yasalar ve merkeziyetsizlik kavramı, gerçek hayatta geniş çaplı uygulamaların önündeki en büyük engellerdir. Bankalar, regülatörler ve mevcut finansal sistemlerin bu değişime ayak uydurmakta zorluk çektikleri konuşulmaktadır. Ancak bence bu açık bir şekilde değişimi ertelemeye ve yenilikleri kontrol altına almaya çalışma amaçlı yapılmaktadır. Özellikle, stabil kripto paraların arkasındaki rezervlerin şeffaflığı ve denetimi konusunda endişeler bulunmaktadır. Örneğin, Tether şu anda rezervlerinde 140 milyar doların üzerinde varlık tuttuğunu iddia etmekte, BUSD ise toplam 69,5 milyon BUSD arzına sahip olup bu miktarın karşılığında nakit veya benzeri varlıklar tuttuğunu belirtmektedir. Ancak, bu iddiaların doğruluğu ve bu rezervlerin bağımsız denetimlerle doğrulanması sürekli tartışma konusudur.
Bunlara rağmen, Tether örneğinde olduğu gibi, bu alanda öncü adımlar atan kurumlar, yeni bir ekonomik gücün kapılarını aralayabilirler. Bugün Tether bankalarda 140 Milyar USD değerinde varlık tutuyor ve bu miktar şimdiye kadar hiç düşüş eğilimine girmedi.
Tabii ki bu tokenlar aynı zamanda ülkeler için yeni bir zorluğun ve öğrenme sürecinin kapısını açmaktadır. Tokenize edilmiş varlıkların uluslararası yaptırımları delmek veya kara para aklamak için kullanılma potansiyeli de uluslararası hukuk açısından önemli bir endişe kaynağı olarak durmaktadır. Bu tür işlemlerin takibi ve kontrolü, mevcut finansal sistemlere kıyasla daha zor olmakla birlikte devletlerin ve yasa uygulayıcılarının bu alanda geniş kapsamlı çalışmalar yapmasını gerektirmektedir.
Bu sebeple bir çok sistemin temelinde olan bankalar, bu konuda imtiyaz alarak altın ve nakit varlık saklamak istemiyorlar. Lokal yasalar, gayrimenkul şirketlerinin hareket alanını kısıtlıyor ve piyasa regülatörleri şirketlerin hisse yapısını bu şekilde değiştirmesine izin vermiyor.
Sonuç olarak, gerçek dünya varlıklarının tokenlaştırılması, finans dünyasında devrim yaratma potansiyeline sahip olsa da şeffaflık, denetim, uluslararası yasalar ve yerel düzenlemeler gibi birçok zorluğun üstesinden gelinmesi gerekmektedir. Ancak bu alanda somut adımlar atacak olan bankalar ve ülkeler, bu teknoloji sayesinde yüksek gelirler elde edebileceği yeni bir ekonomik araca sahip olacaklar.
Bir gün, Tether örneğinde olduğu gibi, bir banka insiyatif alacak ve bütün dünyadan tek yönlü akan milyarlarca dolarlık bir altın rezervine ev sahipliği yapacak. Ve yine bir gün bir borsa, dünyaya tokenlar üstünden açılmaya izin verecek ve o borsada işlem gören şirketlere bu yenilik sayesinde bütün dünyadan para girişi olmaya ve hisseleri bütün dünyada el değiştiremeye başlayacak.
Tarih, mazeretlere değil, cesur adımlara tanıklık eder…