Yerel seçim anlatısını genel seçimle karıştırmak ve partilerin organizasyonları hakkında yeterince bilgi sahibi olamamak, 2024 yerel seçim sonuçlarını öngörmeyi zorlaştırdı. Bu yazıda 2024 yerel seçim sonuçlarının Türkiye’de bir seküler dalganın ya da sadece fakirleşmenin sonucunda olmadığını savunuyorum. İki seçim arasındaki asıl belirleyicinin, bu seçimlere yüklenen anlam olduğunu iddia ediyorum. Söylemleri incelerken adayların yüksek bir performans ve inandırıcı bir anlatıyla halkın hâlihazırda kabul ettiği anlatıya uyup uymadığına bakarak bunu anlayabiliriz.
Yazının ilk ayağında AKP’nin kaybını, ikincisinde bu boşluğa CHP’nin nasıl sığdığını açıklayacağım. Son genel ve yerel seçimler arasında geçen 10 ayda, iki seçim toplumda farklı gerçeklikler ifade etti. AKP’nin düşük performans gösteren belediyelerine rağmen “Gerçek Belediyecilik” anlatısı seçmende daha önce AKP’nin yarattığı beklentiyle örtüşemedi ve CHP de bu boşluğa inandırıcı bir şekilde yerleşebildi.
Erdoğan’ın Kaybetme Sebepleri
2019 ve 2023 yerel seçimlerindeki sonuçlar politik-ekonominin yerel seçimlerde oy verme davranışına bir etkisi olduğunu gösteriyor. Buna “hizmet belediyeciliği” demeyi uygun görüyorum, çünkü illerdeki esnaf belediye başkanlarının genellikle kimlerle iş yaptıklarını biliyor.
AKP’nin özellikle ilk 10 yılında ısrarla desteklediği “Hizmet Belediyeciliği” anlatısı adil olmayan ihaleler ve sürdürülebilir olmayan sosyal yardımlar üzerinden seçmene hizmet götürülmesini sağladı. Bu durum kitlelerde, muhalefetin genellikle “hizmet bağımlılığı” olarak adlandırdığı bir alışkanlık yarattı. Dolayısıyla belediye seçimleri artık insanlar için icraatın ve hizmetin getirildiği, ekonomik göstergelerin sembolik anlamlar ürettiği bir seçim hâline geldi.
AKP’nin 2019 mahalli seçimlerinde, evvelden beri kullandığı “Memleket İşi Gönül İşi” ve “Gerçek Belediyecilik” sloganları yerini yerel seçimlerdeki güvenlikçi bekâ söylemine bıraktı. Durum böyle olunca AKP’li belediye başkanları, seçmende yaratılan beklentinin değiştiğini düşündü: Hizmet imgeleri yerine güvenlik imgeleri tesis edildi.
2019’dan önce Erdoğan’ın “Hizmetkâr olmaya geldik, biz bu millete âşığız” çıkışları hafızalarda yer ediniyordu, bu söylemler sloganlarda da kullanılıyordu. AKP’li belediye başkanlarının yolsuzluklarının ve belediye hizmetlerindeki aksamanın görünürlüğü özellikle son iki dönemdir arttı. Böylece AKP, kendi geliştirdiği gerçekliğin gereğini yerine getirememiş oldu.
AKP’li adayların pek çoğu emeklilere para yardımı yapmaktan bahsederken inandırıcılıkları düşüktü. İktidar partisi oy kaybettiğinde genelde üretilen argüman seçmenin fakirleştiği zaman iktidar partisine oy vermediği yönünde, ancak bu genel seçimler için doğru değil.
Seçime girerken azalan kamu harcamaları AKP’nin sadece adaylar bazında yüksek bütçeler kullanamamasına değil, aynı zamanda seçimler yaklaşırken memnun etmesi gereken kendi seçmenini mutsuz etmesine yol açtı. Bu seçmen gruplarından bir tanesi herkesin malumu olduğu üzere emeklilerdi. Ancak ortada sistemik gelir düşüklüğüne kitlesel bir itiraz olmadığını söylemekte fayda var.
İnandırıcılığın kaybolması güvenlikçi söylemden “Gerçek Belediyecilik” söylemine geçişi imkânsız hâle getirdi: AKP’li siyasetçiler hakiki hizmetten bahsediyordu, ancak seçmen artık onları takip etmiyordu. 2023 genel seçimlerinde güvenlikçi bekâ söylemi kazanmaya yetmişti, çünkü 2016’dan beri güçlendirilen gerçekliğe uygundu. Ancak yerel seçimler bağlamında AKP’nin 2019’daki seçimlere kadar ürettiği söylem hizmet belediyeciliğiydi: “Onlar konuşur AK Parti yapar” gibi yerleşmiş söylemler bunun karşılığıydı.
2019’da bu söylem belediye seçimlerinde de kullanıldı. 2019 ve 2024 seçimleri arasında AKP’li belediyeler bekânın genel seçimdeki başarısına yaslanıp yeterince icraat yapmadılar. AKP 2024 belediye seçimlerinde bekâ söylemini büyük ölçüde bırakıp “Gerçek Belediyecilik” söylemine geçmeyi denedi. Fakat üstü örtülemeyen kötü icraat dönemi seçmenin gözünde AKP’yi inandırıcılıktan düşürdü. İnandırıcılık düşünce AKP’nin “gerçek” iddiası da yerel seçimlerde halka nüfuz edemedi. Dolayısıyla, AKP yerel seçimler üzerinde daha önce kendi kabul ettirdiği gerçekliğe uymakta başarısız oldu.
Kitlelere inandırıcı gelmeden onlara kendi gerçekliğimizi, yani dış dünyanın nasıl işlediğine dair anlatımızı kabul ettiremeyiz. Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllardır, seçmenleri seçim kazanacak şekilde okuyor ve sınıflandırıyor: Cemaatler (kendi içinde ayrılıyorlar), Kürtler, Milliyetçiler (muhafazakâr ve seküler diye ayrılıyorlar), Sekülerler, “Ortadaki”ler, Muhafazakârlar (Cemaatler ve milliyetçilerden farklı olarak bireysel yaşayan insanlar). Erdoğan, bu kitlelerin farklı gerçeklikleri olduğunu varsayıyor. İktidarın özellikle muhafazakâr ve seküler seçmen üzerinden kutuplaştırma çalışması ve bu iki seçmen grubunun birbirine en zıt köşelere gitmesini isteme sebebi ise bu kitle matematiğinin tutması.
AKP son seçimlerde bu kitlelerin çoğunluğunu kaybetti. Erdoğan 2016 öncesi Gülen cemaatine mensup olan seçmenlere “hizmet” yoluyla seslenebiliyor, tarikat şeyhleriyle görüşmeler yapıp onlarla anlaşabiliyordu. Ancak son yıllarda darbe girişimiyle FETÖ ve Soylu döneminde belediyelerdeki yapılanmaya eklemlenen mafyatik ilişkiler ağı, cemaatlerin tek bir bütün hâlinde AKP’ye yönelememesine sebep oldu. Kürt seçmenle arasını çoktan bozmuştu ve Kürtlerin CHP’ye kaçmasını engellemek için bu kez onları Dem Parti’ye tek bir bütün hâlinde yönlendiremedi. Dem Parti de CHP’ye muhalefet edince iktidarın güvenlikçi anlatısının inandırıcılığı belediyeler bağlamında iyide iyiye azaldı.
Sonuç olarak AKP’nin asıl kaybı, oy oranından ziyade, güvenlikçi söylemle hizmet söyleminin hem pratikte hem de imgelerde çatışması oldu. Bu seçimde inandırıcı olmak için “Gerçek Belediyecilik” sloganını halkın da onun arkasından söylemesi gerekiyordu, nitekim yıllarca bu olmuştu: “Çalıyor ama çalışıyor.” Bu cümleyi seçmenlere kurdurabilmenin, toplum üzerinde güçlü bir nüfuz yaratıldığı anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
CHP’nin Kazanma Sebepleri
AKP’nin 2019 seçimlerine kadar güçlendirdiği hizmet anlatısı seçmenin özdeğerli hissetmesine sebep oluyordu. Adaylar kıyasıya tanıtılıyor ve hizmette bir yarış hâkim olduğu düşünülüyordu. Genel seçimlerde illerde hangi milletvekillerinin aday gösterildiği bile önemsenmezken, belediye seçimlerinde kitleler adayları önemser. En nihayetinde yükselen hizmet talebi karşılanmadığında şehirdeki yatırımlardan esnaf haberdar oluyor, insanlar da kendilerini cezalandırıcı konumuna yerleştirip sandıkta bir karşılık verebiliyor. CHP’nin bu durumu doğru okuduğunu görüyoruz.
Ekrem İmamoğlu, İstanbul adaylarını belirleme sürecinde doğrudan bu beklentiyi karşılamaya odaklandı. Adayların pek çoğu küçük de olsa bir yerde halka belediye üzerinden hizmet götürmüş adaylardı. Adaylar, bu tip bir profil üzerine tüketilebilir bir performans ve inandırıcılık sergilemeyi de ihmal etmediler. İmamoğlu her an karşınıza çıkıp sizinle son derece samimi bir şekilde konuşup kaygılarla boğuştuğunuz hayatınızda size kendinizi değerli hissettirebiliyordu. Bu modelin bir örneği Tuzla adayı Eren Ali Bingöl’dü. Hatta müstakil olarak pek çok farklı yerde taklit riskine rağmen İmamoğlu gibi konuşma metodu denendi. Bu enerjinin ortaya konulması büyük bir şans, çünkü bazı il ve ilçelerde AKP’nin adayları yüksek görselleştirme ve yerel tanınırlık güçlerini sonuna kadar kullandılar.
Eğer CHP genel merkezi bu tercihleri yine kimlik üzerinden okuyacaksa, o zaman bu seçim başarısı muhtemelen daimî olmayacak. Çünkü burada AKP’den CHP’ye oy geçişlerinde yükseldiğini var saymamız gereken itiraz anlatı farkları. Şehirlerinde yeterli hizmeti bulamayan ve aynı zamanda hayat pahalılığıyla uğraşan seçmen için AKP’li adaylar AKP’nin kendi ürettiği hizmet belediyeciliği anlatısıyla ters düşüyordu. Daha da önemlisi, bu hizmetsizlik görünür hâldeydi ve seçmen tarafından önemseniyordu. Bunun karşısında vatandaşlara götürülen hizmetleri görünür hâle getirebilen iki aday da İstanbul ve Ankara’da AKP’li seçmeni kendilerine yöneltebildiler. Şeffaflık konusuna yapılan vurgu ilk dönemde Yavaş ve İmamoğlu’nun inandırıcılıklarını güçlendiren bir diğer unsurdu.
Dem Parti seçmeninin kendilerine yönelik düşük performans gösteren adayları ve Batı’da bu seçimi bir kimlik siyaseti çerçevesinde görmemeleri tabanda oluşan bir ittifak yarattı. İmamoğlu’nun yapması gereken Kürt seçmeni de kapsamaya devam etmekti. Üstelik bunun için Dem’le yakınlaşmak zorunda olmaması, Dem Parti ittifakı sebebiyle “eli CHP’ye gitmeyen” seçmenle kendi anlatısını örtüştürmüş, yani inandırıcılığını yükseltmiş oldu. Kimlikleri politik tartışmanın konusu hâline getirmemeyi başarınca, zaten inandırıcılığı düşük rakip adayın kimlikleri siyasileştirme çabası, Kürt seçmenleri Beştaş’a da değil İmamoğlu’na yöneltti.
Kitlelerin okunmasında CHP’ye kazandıran bir diğer nokta ise cemaat ve tarikat mensuplarının yüksek olduğu ilçelerde CHP’ye oy çıkması. İmamoğlu ve ilçe adayları bazı cemaatlerin politik ve ekonomik kaynaklarını kestiler. Ancak bu durum, cemaatler arası çıkar çatışması yaşanan bir durumda ortaya çıkan boşluğun dolmasına, yani başka bir toplumsal grubun mutlu olmasına yol açtı. Kaynak kesintileri boşluğu dolduran grupların gözüne İmamoğlu’nun bir hizmeti olarak yansıdı.
Aynı zamanda cemaat ve tarikatların kaynaklarının kesilmesi bireysel, yani bir tarikat ya da cemaatte örgütlenmeden muhafazakâr olarak yaşayan insanları da rahatsız etmeyen bir yaklaşım. Bu sebeplerle Erdoğan’a tam olarak küsmemiş, onun bekâya dayalı siyasi anlatısına inanan, ancak AKP’nin organizasyonsuzluğu gözüne batan bir seçmen kitlesi oluşmuştu. Bu insanların “eli CHP’ye gitmemek” cümlesinde kendini bulan bir anlatısı vardı. Bu durum seçmenlerin bazısının sandığa gitmemesini, bir kısmının YRP’ye ve bir kısmının da İmamoğlu’na yönelmesini mümkün kıldı.
İmamoğlu’nun çatışma alanlarını ve gruplarını doğru yönetmesi insanların İmamoğlu’nun kapsayıcı söylemine inanmasını sağlıyor, çünkü İmamoğlu her sermaye grubuyla çatışmıyor. Örneğin, Üsküdar kıyı şeridinde işletmesi bulunan kafelerin sembolik bir şekilde İBB tarafından lağvedilmesine karşın, beş büyük yandaş şirketle olan ticari ilişkilerin tepkilere rağmen kesilmemesi; İmamoğlu’na karşı cenahtan oy gelmesine yol veriyor. Karşı kitleyi bir şekilde temsil eden ya da onların tükettiği kaynakları yok etmek istemeyen bir İmamoğlu görüntüsü ortaya çıkıyor.
AKP ve CHP’nin kaybettikleri ve kazandıkları karşılaştırması yaptığımızda, kendi anlatısını unutan AKP’ye karşın, ortaya çıkan bütün boşluklara söylemini ve sahne performansını yerleştirebilen inandırıcı bir CHP görüyoruz. Yerel seçim ve genel seçimlerin kitleler için farklı anlamlar ifade ettiğini göremeyen AKP karşısında CHP inandırıcı kaldı. Çünkü anlatısını, kazandıracak çoğunluktaki kitlenin gerçekliğiyle uyuşan bir şekilde kurdu.