[voiserPlayer]
“Mustafa Kemal, enflasyon istemiyordu. 1. Dünya savaşında enflasyonun sebep olduğu sıkıntıları ve halkın moralini nasıl tahrip ettiğini görmüştü… MİLLİ MÜCADELE, ENFLASYONSUZ BASTIRILMIŞ BİR TOPYEKÛN SAVAŞTIR.”FERİDUN ERGİN, 1. DÜNYA SAVAŞINDA ve ATATÜRK DÖNEMİNDE FİYATLAR ve GELİRLER, s.64-65.
Taha Akyol “Ama Hangi Atatürk” Kitabını kaleme alırken; Atatürk’ü ilkelerden yoksun, pragmatist, fikri takibi olmayan, 4 siyasi düşünceyi günün koşullarına göre uygulayan birisi olarak göstermek istedi. Çok sattı. Çok okundu. Yanlış anlaşılmasın, Akyol bu düşüncesini destekleyici belgelerle, kanıtlarla ve Atatürk’ün uygulamalarıyla ortaya koydu. Ama Taha Akyol bu kitabı piyasaya sürdüğünde acaba kendisi popülist bir düşünceyi; konjonktüre göre “işte biz bu Atatürk’ü görmek istiyoruz” diyenlere mi pazarladı? Acaba Akyol bu kitabı, “popülizm Türkiye’nin kurucu felsefesidir” demek isteyen siyasetçilerin zamanına denk getirmiş olabilir miydi?
Makalenin konusu 80 darbesine kadar Turancı, hapis yattıktan sonra devlet sınırlandırılsın ama güçlü olsun diyen Hayekçi-muhafazakâr olan ve arayışların sürekli devam eden “Ama Hangi Taha Akyol” olmayacak. Tam tersine yazı Atatürk’ün niçin popülist olmadığına odaklanacaktır. Bunu da “sosyal bilimin tek Nobel ödülü verilen, metodolojisi olan, kanunları olan, insan davranışlarının amacı olduğunu öngören ekonomi bilimine göre popülist kimdir” sorusuna cevap vererek yapacaktır.
Siyasetçiler, ülkelerinin ortak refah ve kamu yararına hizmet etmek için ekonominin iki ayağını kullanmışlardır. Bunların genel adı vergi ve para politikasıdır. Eski çağlardan beri paranın ayarıyla oynamak ve sermayenin haracını toplamak için vergi almışlardır. Fakat en sert müdahaleci monarklar, otokratlar ve diktatörler bile aşırı para basımı ve fazlalaştırılmış vergi yükünün ekonomiye iyi geldiğini iddia etmemişlerdir. Para ve vergi politikası o anki ekonomik duruma göre savaş maliyetini karşılamak, ülkenin güvenliğini sağlamak ve vatanın onurunu kurtarmak için yapılan fedakârlıklar olarak görülürdü ama bu müdahaleci araçlara büyük önem ve mânâ addedilmezdi. Kısacası, eski zamanlarda ülkelerin yöneticileri enflasyon ve vergi yükü politikalarına yaklaşımları; mucizevî bir dokunuş olarak ülkenin geleceğini tüketim çılgınlığına, kredi genişliğine ve kolay ulaşılabilir para üzerine temellendirebileceklerini hiç düşünmemişlerdi.
Ne zaman ki dünya insan eylemlerinin oluşturduğu ortak para standardını sulandırabilecek durumu keşfetti. Dünya siyaseti en yobaz, en uç düşüncelerde olmayacak işlere, olmayacak hayallere kapıldı. Bu da enflasyonist politikalar ile ortak refahın bitmez tükenmez sermayesine kavuştuğunu ve sınırsız arzularımızın tamamen tatmin olduğunu sanmasından kaynaklanmıştır. Bu sanı öyle yerlere gelmiştir ki, artık enflasyon politikası zararlı değildir ve hatta çok merkezi bir öneme sahiptir. Halk karşılıksız para politikasına, değeri sulandırılmış mal ve paraya ve ulaşılması kolay krediye inandırılmıştır. Ve tam bir yüzyıldır halk bu politikalar eşliğinde kolay erişebildiği kredi ile harcama yapmış, arzularını ve hayallerini tatmin etmiştir. Enflasyon politikaları olmasaydı, halk asla bu tepedeki sermayeye ulaşamayacaktı diye kandırılmış ama enflasyon tercihi karşısında kazandığı refaha karşılık kaybettiği diğer değerleri unutmuştur.
Bu genel görüşün ardından Türkiye özelinde durumu değerlendirmemiz gerekir. Atatürk modern olarak görülmesine rağmen ekonomide eskilerin ekonomi-politikalarının tam takipçisi klasik ekonomistken, muhafazakâr demokrat diye lanse edilen R.T. Erdoğan siyasal İslamcılığın şiarı “faiz haramdır” yanlısı ama bununla beraber modern enflasyonist bir ekonomik yolun yolcusudur. Ünlü sosyolog İdris Küçükömer: “Türkiye de sağ soldur, solda sağ…” derken acaba bu durumumu göz önüne almış mıydı? Sanmıyorum ama yanlış bilinen doğruları düzeltme zamanı gelmiştir.
Atatürk bilinenin aksine liberal ekonomi programının başat felsefesi olan Enflasyonun olmadığı, denk bütçenin esas alındığı, ülke para biriminin korunduğu ve vergilerin azaltıldığı, dış ticaret dengesinin önemi gibi konularda sıkı bir klasik ekonomik programı hayata geçirmiştir. Elbette Atatürk liberal değildir, ama liberal felsefenin Ortadoğu coğrafyasındaki ilk uygulayıcısıdır.
1914’den itibaren Avrupa, Liberal ekonomi programını terk etmeye başlamıştır. Altın standardını kaldırmıştır. Dünya’nın standart para birimi artık (politika düzeyinde) altın olmayacaktır. 1914’den sonra dünyanın en güçlü ekonomisinin kâğıt parası olan “DOLAR” bu standart ihtiyacını karşılamıştır. 1924 ile 28 arasında Almanya ve Fransa gibi ülkelerin tekrar %100 altın paraya kendilerini endekslemiş olmaları Türk lirasını bu paralar karşısında daha değersiz hale getirmiştir. Türkiye yeni kurulmuş; Osmanlı’nın borçlarını ele almış, hazinesinde en ufak para bulunmayan, nüfusu az, sanayisi hiç gelişmemiş, 1916-18 arası enflasyonu %196 olan parası pul olmuş bir ülkedir. Atatürk; ekonomide Türk Lirasını ilk 5 yılda öncelikle serbest dalgalanmaya bırakmıştır. Fakat ilginçtir ki bu kadar iktisadi yetersizliğe rağmen ülkenin para birimi çok az düşüş göstermiştir. Satın alma gücü düşük değildir ama ülkede satın alınacak çok az şey vardır.
Atatürk ilk zamanlarda asla Merkez Bankası kurmak istememiştir. Tamamen adı konmamış (liberteryen) bir bakış açısıyla Jackson-Jeffersoncı mahiyetle yüzde yüz altın para inancına sahip bir klasik ekonomiyi savunuyordu. Kurduğu banka İş Bankasıdır. Kişisel ve hatta ulusal servet ile özel bir girişimcilik gerçekleştirmiştir. Yüzde yüz altına karşılık gelen bugün hala dolaşımda olan Ata Lira’yı bastırmıştır. Bozuk para olarak 830 ayar gümüş kullanılmıştır. Adına da kuruş denmiştir. 1 Lira 100 Kuruş, 1 Kuruş 40 paraya eşittir. Osmanlı’da halk arasında kullanılan kuruş ve para adları resmiyet kazanmıştı. Eskiden para üzerinde ay-yıldız simgesi vardı. Atatürk yeni dönemde paraların üzerine insan kafasının konulmasını istedi. Bunun tek nedeni Atatürk’ün para politikasında aklın egemenliğini savunmasıydı. İsmet İnönü’nün şu sözleri çok enteresandır:”Hükûmet olarak yılda iki kez ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun (karşılıksız para basımı) bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile “evet” dedirtemedim”. Türkiye Cumhuriyeti’nde enflasyon problemi Atatürk’ün vefatıyla başlamış ve bir daha da durdurulamamıştır (Aysan, 2000: 37). Sonuç olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda enflasyonun yeri olmamıştır. Atatürk her zaman para değerinin istikrarına büyük önem vermiş, İstiklal Savaşı’nın en zor günlerinde bile tedavüle yeni para çıkarmamıştır. Atatürk’ün sıkı para politikası anlayışı Cumhuriyetin kurulmasından sonra da devam etmiş, Atatürk döneminde Türkiye Cumhuriyeti’nde karşılıksız para basılmamıştır.” (Sayıştay Dergisi, Sayı 62, Hasan Sabır, s.8)
Atatürk ekonomide aklın egemenliği olan klasik liberal ekonomi programını bilinenin aksine net ifade ve politikalarla uygulamıştır. 1931 yılında Galata Köprüsü’nde bulunan bir gümrüğü kapatmıştır. Bu gümrükte nakliyecilerden geçiş parası alınırdı. İlginç bir şekilde Atatürk bu gümrüğü kapatmış ve ticari faaliyetlerin önündeki en büyük engel olarak iç gümrükleri görmüştür. Atatürk’ün eğer ayak izleri takip edilseydi iç gümrükler olarak bütün otoyollar ve köprü geçişleri halkın ve ticaretin hizmetine verilmiş olurdu. En ufak geçiş ücreti ve vergi alınmazdı.
Atatürk 1929 Dünya Büyük Buhranı’na rağmen ülkenin parasının değerini hep yüksekte tutmuştur. Osmanlı borçlarını üretim ekonomisi ile ödemiş, kredi kolaylığına aldanmadan ülkeyi asla tefecilere peşkeş çekmemiştir. Dış borç kullanmadığı gibi karşılıksız para basmamıştır. Özel mülkiyetin güvenliğini sağlamış. Örfi ve Şeriat hükümleri yerine o günün en iyi hukuk kanunlarını ithal ederek ülkede miras, ticaret ve ailede kadın erkek birliğini sağlayarak ülkenin yarısını ülkenin ekonomisine katılmasını sağlamıştır. Bu öyle böyle bir devrim değildir. Kadınları çalışma hayatına kabul etmek insan faaliyetlerinin hızını arttırmak demektir. Üretime nitelikli işçi kazandırmak için ülkede eğitim birliği gerçekleşmiş ve herkesi okuma yazma, özel mülkiyete dayanan hukuku anlama ve kapitalist üretim hayatına hazırlama sürecini kısaltmak için modern eğitim sistemini öğretmeye adamıştır. Eğer ülkede eğitim birliği olmasaydı, saçmanın özgürlüğü adına dini ve örfi okullar devam etseydi, asla kapitalist üretim sistemine adapte olamaz ve gerinin de gerisinde kalırdık.
Atatürk’ün ekonomi politikası; alınan dış borçlara, sonsuz basılmış paralara, iç gümrüklerle donatılmış ticarete ve turizme sekte vuran köprü geçişlerine, insanlardan alınan tüketim vergilerine ya da düşük faizli dağıtılmış kolay kredilerle yaratılmış; suni şişirilmiş ve üretimden uzak politikalar değildir. Atatürk, liberalizmin adını anmadan tamamen klasik liberal ekonominin bütün araçlarını kullanmış bir kişidir. Bunun sebebi 1914’de liberalizmin doruk noktasındayken başlamış dünya savaşının, liberalizmin yarattığı refah ve daha fazlasını isteyen ulusların bu ideoloji altında azgınlaşmasıdır. Bu gerçek bir tarihsel tespittir. Liberalizmin altında refah ve özgürlüğe kavuşmuş uluslar daha fazlasını talep ettiklerinde saldırganlık ve diğer ulusları kendi hâkimiyetinde tutma yoluna gittikleri için artık liberal ideolojiye ihtiyaçları kalmamıştır. Ama aynı zamanda ezilen, sömürülen, toprakları elinden alınan uluslar ve onların köle olmuş vatandaşları için liberalizm artık emperyalist bir baş belasıdır.
Özelde, Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışını tamamen liberal ideoloji ile zenginleşmiş ve refaha ulaşmış milletler gerçekleştirmiştir. Liberal ideoloji için ön şart sermaye değil aydınlanmadır. Osmanlı liberal olamadıysa aydınlanmadığı içindir. Aydınlanmak bireysel olarak bütün yükümlülükleri omzuna alıp diğer özgür ve aydınlanmış kardeşlerinle iş bölümüne girerek katma değerleri çarpanlara ulaştırmaktır. Aydınlanmış bireylerin oluşturduğu topluluğun tek ihtiyacı özel mülkiyet üzerine kurulu Doğal Hukuk’u uygulayacak bir sistem yaratmaktır. Bu sistemin ortak adı liberalizmdir. Bu sistem demokratik, monarşik, federalist ve cumhuriyetçi olabilir. Saçmanın özgürlüğünün aydınlanmış bireylerdeki karşılığının sürekli öneminin azalması ve saçmaya tanınan özgür alanların kısıtlanması ile liberalizm doruk noktasına çıkar. Örneğin, Osmanlı bu özgürlükçü aydınlanmış treni kaçırmış İngiltere, Fransa, Almanya hatta bilinenin aksine Rusya ve Japonya bu treni yaratan ve yakalayan ülkeler olmuştur. Sonuçta Osmanlı’yı parçalayan en büyük ülke İngiltere olurken ne tesadüftür ki liberal partilerin başrol oynadığı hükümetler kendini göstermiştir. William Ewart Gladstone, David Llyod George ve Liberal partideyken Winston Churchill hem Osmanlı’ya hem de yeni Türkiye Cumhuriyeti’ne apaçık düşmanlık göstermişlerdir. Bunu sadece sözde yapmamışlardır. Bilhassa ülkeye hücum ederek gerçekleştirmişler. Böyle bir ortamda İngiliz Liberal Partisi emperyalist bir tavırla hem Türk hem Müslüman düşmanlığının bayraktarlığını yapmışlardır. Açıkçası Osmanlı ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin liberal sözcüğüne olumsuz bakması normaldir. Ve halk arasında liberal sözcüğü fesatlık ve yabancı iş birliğine önem veren kişi olarak görülmesi anlaşılır bir tavırdır.
Atatürk bu açıdan İngiliz Liberal Parti gibi siyasi bir liberal değil hatta o fikirlerin karşıt düşünürüdür. Ama iş kendi ülkesinde uygulamalara gelince Ortadoğu’daki ilk liberal fikirlerin uygulayıcıdır. Nedir bunlar? Din ve Devlet işlerinin ayrılması, kadın-erkek eşitliği anlamında hukukta eşitlik, kadın özgürlüğü, herkesin eşit oy hakkı, seçme ve seçilme özgürlüğü, vicdan özgürlüğü (Elbette bireysel kurtuluş özgürlüğü yoksa cemaatçi dini yapılar değil bknz: Fetullahçı yapılanmasının sorunlarına), parlamento, eğitimde birlik, akılcı yöntemlerin öğretilmesi (çünkü doğa kanunları deterministtir). Ama en önemlisi yabancı ülkelerle ticaret yaparken mülkiyet, hukuk, zaman, tarih, sözleşme, ölçü ve tartı sorunlarını ortadan kaldırılması ve dönemin en güçlü kapitalist ülkelere uyum sağlamak için cuma günü olan resmî tatilin pazar gününe kaydırılmasıdır. Bu iş bile az buz klasik liberal bir ekonomi-politik devrim değildir.
Osmanlıyı yıkan ülkeler liberal ideolojiyi bir şekilde uygulayan uluslardır ve Atatürk liberal ideolojiyi uygulamak için aydınlanmış bir toplum peşinde koşmuştur. Çünkü Avrupa’yı refaha koşturan, özgür yapan bu ideolojidir. Liberal ideolojinin temel fikirlerinin bilimsel yansıması ekonomide, hukukta, eğitimde, kültürde, toplumda görmek için zemin hazırlanmalıdır. Atatürk’ün bütün devrimleri bunun üzerinedir. Barışseverliği her daim vurgulamıştır. Milletler Cemiyetine özlemi Mises’in ve Kant’ın özlemi ile birdir. Bu tam bir klasik liberal ve akılcının özlemidir. Uluslararası hukuka duyulan özlem, sınırların ve gümrüklerin karşılıklı müzakereler ile ortadan kalktığı bir dünya demektir. Bütün liberallerin özlemi küreselleşen dünya ütopyasıdır. Ticaretin tek hukuk kuralı ve ortak gerçek para ile yapıldığı bir dünya kesinlikle liberal bir dünyadır.
Öte yandan sorulması gereken soru şudur; bugün Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’sinin hedefi nedir? Saldırgan ve revizyonist bir Türkiye dış politikası, Avrupa medeniyetine karşı ergen bir kompleks ve kapitalist ülkelerinin uyguladığı standartları reddetmek midir? Osmanlı özlemi ile takvim, ölçü ve tartı da sürekli eskiye dönme hayali ile Türkiye’nin serbest ticaretini şaşkına çevirme hareketleri midir? Mülkiyet hukukunu aşındırma mıdır? Ülkede övünülen köprü ve yollar ile sürekli iç gümrükler yaratarak masaldaki Deli Dumrul gibi her yeni yoldan geçişte para toplamak mıdır? Haraç kesme işlemi ile turizm ve ticareti sekteye uğratma girişimleri midir?
Ve bunları yaparken sürekli faizi İslam devletlerinin amacı gibi sıfıra indirmek adına karşılıksız para basımını desteklemek midir? Türk Lirasının değerini sulandırmak, satın alma gücünü aşağıya çekmek ve sınırsız kredi sağlayarak ülkeyi borçlandırmak mıdır?
Atatürk’ün Türkiye’si ise iftiralara rağmen klasik liberal politikalar izledi. Denk bütçe, sıfır enflasyon politikası, Merkez Bankasına inanmamak ama özel girişim bankalarına inanmak (bknz: İş Bankası), ticaret hukukunda kapitalist ülkeler ile mülkiyet ve kanun birliği, hatta sözleşme kolaylığı için yapılan alfabe birliği bu politikaların önünü açmıştır. Eğitimde birliğin sonucu kadın-erkek herkesi eşit kapitalist düzene hazırlama süreci idi. Ölçü, tartı ve takvim de Avrupa ya uyum ise tamamen ticareti kolaylaştırıcı etki göstermiştir.
Elbette Atatürk İngiliz Liberal Partisinin düşmanca politikalarına karşı zafer kazanmış bir ülke komutanıdır. Liberal değildir. O, aslında Klasik Liberal bir aydınlanmacıdır. Çünkü esas olan uygulamadır, halkın yararına olmayan politik vaatler değildir. Atatürk asla popülist değildir. Çünkü Halkın örf ve adetlerine rağmen, Osmanlı’daki Türkler ticaret “yapamaz” denilmesine rağmen halkı çalışmaya, üretmeye çağırmıştır. Onların önünde ticareti zorlaştıran her Osmanlı uygulamasını ortadan kaldırmıştır.
SONUÇ
O yüzden bu makalenin çığlığı işitilmelidir. Kendini liberal olarak tanıtan ama iş uygulamalara geldiğinde en ağır muhafazakâr olan kişilere mi inanacağız yoksa hayatı boyunca liberal olduğunu söylemeyen ama uygulamada ve eylemde liberal aydınlanmacı bir kişiye mi? Evet, artık söz bütün iftiralara rağmen biz yeni kuşak aydınlanmacı özgürlükçülerdedir.
Atatürk Ortadoğu coğrafyasının ilk liberal uygulayıcısıdır.