[voiserPlayer]
15 Haziran 1858 günü Cidde büyük bir kargaşaya sahne oldu. Büyük bir kalabalık şehirdeki yabancı tüccarlara saldırdı ve 22 kişi öldürüldü. Ölen kişiler arasında şehirdeki İngiliz ve Fransız konsülleri de vardı. İngiliz konsül Stephan Page yatağından alınıp evinin camından aşağı atıldı ve linç edildi.
Hikâyenin merkezinde aslen Hindistanlı olan ancak uzun yıllar önce Cidde’ye yerleşerek şehrin önde gelen tüccarlarından biri haline gelen Salih Cevher var. Salih Cevher Cidde’deki İngiliz konsolosluğunun ailesinin ticari faaliyetleri aleyhinde tahkikat yapmakta olduğunu öğrenince İrani adındaki gemisinden İngiliz bayrağını indirip yerine Osmanlı bayrağını çekti.
Salih Cevher Hindistanlı olması dolayısıyla İngiliz vatandaşıydı. Ancak uzun yıllar Cidde’de yaşadığından Osmanlı vatandaşlığı da almıştı. Yani çifte vatandaşlığını kendi işine gelecek şekilde kullanıp gemisini İngiltere’nin olası yaptırımlarından korumak istemişti. Ancak ortada ciddi bir sorun vardı. İngiliz konsolosluğu bu geminin ABD’nin New Hampshire eyaletinin Portsmouth şehrinde inşa edildiğini ve inşa edildiği andan itibaren İngiliz vatandaşları tarafından işletildiğini söyledi. Geminin bayrağını değiştirmek bir İngiliz gemisini işgal etmek anlamına geliyordu ve İngiliz hukuku gemiye el konulmasını gerektiriyordu. Şu tesadüfe bakın ki denizaltından geçirilecek bir telgraf hattı için keşif yapmakta olan HMS Cyclops adlı savaş gemisi o sırada Cidde açıklarındaydı ve İrani’yi ele geçirerek tekrar İngiliz bayrağını çekti. Bu olayın akşamında yukarıda bahsettiğim hadise meydana geldi.
Kırım Savaşı’nda omuz omuza savaştıkları Osmanlıların İngiliz konsülünü öldürdüğünü duyan HMS Cyclops’un kaptanı Pullen, Cidde valisi Namık Paşa’ya “Bu olay İngiltere’de duyulduğunda insanlar İnkerman’da, Alma’da, Sivastapol’da bu insanlar için mi kan döktük diye soracaktır” demişti. Suçluların bir an önce cezalandırılmasını isteyen Kaptan Pullen, Osmanlı bürokrasisinin olayı ağırdan aldığını görünce Cidde’yi bombaladı. Bunun üzerine yapılan yargılamalarda suçlu bulunan 11 kişi idam edildi, İstanbul’daki İngiliz büyükelçisi Cidde’nin bombalanmasından dolayı özür diledi ve yukarıda bahsettiğim İrani Bombay’a nakledildi. Ayrıca olayda zarar görenlere tazminat ödendi ve mesele kapandı.
Peki, bu olayın arkasındaki asıl neden neydi? Tek bir geminin hangi bayrağı taşıyacağından çıkan bir tartışmanın bütün bir şehri kaosa sürüklemesi pek mümkün görünmüyor. İnsanları İngiliz konsülünü öldürmeye sevk eden şey neydi?
Dönemin İngiliz bürokratları fanatik Müslümanların Hıristiyanları kutsal saydıkları Arap yarımadasından atmak için bu saldırıyı düzenlediğini iddia ettiler. İngiliz devlet adamları ve diplomatları arasındaki yazışmalarda dini fanatizm vurgusu net bir şekilde görülüyor. Ancak belli önyargılardan kaynaklanan bu iddianın bir temele dayandığını savunmak çok güç. Ünlü gezgin Carsten Niebuhr’un anlattığı gibi Avrupalı tüccarlar uzun süredir sorunsuz bir şekilde Cidde’de faaliyet gösteriyordu. Üstelik, Cidde’deki Nakşibendi dergahının bitişiğindeki bir arsa Sava adındaki bir Hıristiyan tarafından satın alınmıştı. Bir Hıristiyan’ın hem de bir dergâhın bitişiğindeki arsayı alabilmesi, İngiliz diplomatların sandığı gibi bir fanatizmin olmadığını gösteriyor. Ayrıca Osmanlı Hükümeti, Cidde Valiliğini şehirdeki Hıristiyan mezarlığını genişletmek için hemen yanındaki araziyi mezarlığa katma konusunda yetkilendirdi. Yani, dini fanatizm Cidde’de yaşanan katliamı açıklamıyor. Başka bir şey olmalı.
Bahsi geçen dönemde bir devlet adamının görev tanımı net bir şekilde sınırlandırılmamıştı. Büyükelçi veya konsolos olarak bir şehre atanan bir diplomat aynı zamanda bir tüccar olarak hareket ediyor ve o şehirde iş kuruyordu. Ancak burada büyük bir sorun var: Ticaret ve siyaseti birlikte yürüten bu kişiler çoğu zaman siyasi güçlerini ticari çıkarlarını korumak ve çoğaltmak için kullanıyordu. Bu sayede yerli tüccarlara karşı haksız bir üstünlüğe erişiyordu. Cidde hadisesinde linç edilen İngiliz konsülü aynı zamanda zengin bir tüccardı. Kahire’de oldukça karlı bir işi vardı. Ayrıca kalabalığın yağmaladığı malların bir kısmı İngiltere’nin Limni konsolosu Donca Paleologo’nun sahip olduğu şirkete aitti.
İngiliz konsoloslar aynı zamanda görev yaptıkları şehirlerdeki zengin tüccarlar olduğundan bunlarla yerli tüccarlar arasındaki rekabet kolaylıkla siyasi krizlere dönüşebiliyordu. Cidde’de de bu olmuş, İngiliz konsülle rekabet edemeyen tüccarlar meseleyi kanlı bir şekilde çözmeye kalkışmıştı. İngiltere ve Osmanlı tarafından kurulan ortak komisyonun vardığı sonuca göre kalabalığın temel hedeflerinden biri Toma Sava şirketinin merkezindeki kayıtların yok edilmesiydi. Ayrıca Salem Sultan adında bir tüccarın bu şirkete saldırmaları için insanlara para verdiği ortaya çıkmıştı. En başından itibaren bu işin başında Cidde’deki Müslüman tüccarlar vardı.
Üstelik aynı durum Osmanlı için de geçerliydi. Cidde’deki tüccarlar şehrin finansörleri arasındaydı ve bu sayede siyasi güç sahibi olmuşlardı. Şehirdeki polis gücünün başında Abdullah Furrau adında aslen fırıncı olan biri vardı ve İngiliz konsüle husumet beslediği bilinmekteydi. İngilizler onu konsülle yaşadığı ticari anlaşmazlık nedeniyle olaylara müdahale etmemekle suçladı.
Siyasi güçlerini ekonomik çıkarlarını korumak için kullanan Cidde’deki İngiliz konsülü kendisiyle rekabet etmekte zorlanan diğer tüccarların düşmanlığını kazanmıştı. Salih Cevher’in gemisine Osmanlı bayrağı çekmesini bir fırsat bilmiş ve husumet beslediği bu kişiyi cezalandırmak için gemiye el koymakta aceleci davranmıştı. Namık Paşa’nın da vurguladığı gibi insanları sakinleştirmek yerine daha da tahrik etmişti. Bu hadisenin sonunda hem kendi canından oldu, hem şehirde büyük bir kargaşa çıktı hem de iki yıl Ruslara karşı birlikte savaşan iki ülke arasında fiili çatışma meydana geldi.
Fotoğraf: Jorge Fernández Salas