Afganistan’da Kaçınılmaz Son Gerçekleşti
[voiserPlayer]
15 Ağustos Pazar günü Taliban güçleri başkent Kabil’e hiçbir direnişle karşılaşmadan girerek ülkenin kontrolünü neredeyse tamamen ele geçirdi. Amerika’nın eğittiği ve bol miktarda para harcadığı Afganistan Silahlı Kuvvetleri, Taliban’ın ilerlemesi karşısında tamamen çözüldü. Geldiğimiz noktada Amerikan istihbarat birimlerinin Afganistan ordusunun Taliban güçlerine karşı göstermesini umduğu direniş ile ilgili yaptığı analizlerin yanlışlığı bütünüyle ortaya çıkmış oldu. Taliban güçleri bu son hamle ile Afganistan’ın tek hakimi olduğunu gösterdi ve Kabil’e girdikten sonra meşruiyetini uluslararası alanda sağlamaya yönelik mesajlar vermeye başladı. Örgüt, Afganistan savaşının artık bittiğini ve ülkedeki herkesin güvenliğini sağlayacaklarını tüm dünyaya ilan etse de durum çok daha karmaşık görünüyor.
Amerika ve Nato müttefikleri Kabil Havaalanı’ndan personelini tamamen tahliye etme çabası içerisindeyken Çin ve Rusya Taliban yönetiminin meşruluğunu kabul ettiğine dair işaretler veriyor. Artık tüm dünyada kimsenin Taliban’ın Afganistan’ın yeni yöneticisi olduğuna dair şüphesi kalmadı. Bu nedenle, ülkeler artık pozisyonlarını Afganistan’daki yeni duruma göre belirleyecek ve bu yeni oluşacak siyasi durumun uluslararası politik dengeler açısından da sonuçları olacak.
Kimi uzmanların beklentilerine paralel olarak son birkaç gündür Taliban’ın Kabil’de şiddet eylemlerine başladığına dair haberler gündemde yer almaya başladı. Güvenilir bir Birleşmiş Milletler raporuna göre Taliban güçleri Kabil’de kapı kapı dolaşarak Amerika ve Nato güçleri ile birlikte çalışanları arıyor ve ulaşamadığı kişilerin ailelerini tehdit ediyor. Bu durum, Taliban’ın kimseye zarar vermeyeceklerini açıklamasına rağmen başkentte olacaklar konusunda korkuları artırdı ve örgütün Kabil’de 1996-2001 yılları arasındaki baskıcı yönetimine döneceği endişelerini güçlendirdi.
Taliban’ın başkente girmesinden sonra Kabil Havaalanı’nda yaşananlar ise uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir insanlık dramı görüntüsü oluşturuyor. Ülkedeki yabancı güçlerin kendi personellerini tahliye etmek için mümkün olduğunca hızlı şekilde havaalanını kullanma çabaları sürerken bir yandan da başkentte yaşayan birçok Afgan havaalanına sığınarak ülkeden kaçabilmenin hesaplarını yapıyor. Taliban güçleri havaalanı dışında oluşturduğu ablukayı gitgide sıkılaştırıyor. Bu arada, yaşanması beklenen büyük göç dalgası ile ilgili BM’den bir açıklama geldi. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) sözcüsü Shabia Mantoo Afgan mültecilerin ülkeden tahliyelerini memnuniyetle karşıladıklarını, ikili anlaşmalar yoluyla bu göçlerin idare edilebileceğini belirtti ve komşu ülkelere mülteciler için sınırlarını açık tutmaları çağrısında bulundu. Yeni ve oldukça büyük bir göç dalgası kaçınılmaz görünüyor. Yakın gelecekte tüm dünyada bu konu gündemden düşmeyecek gibi görünüyor.
Şu an dünya gündeminde Taliban’ın Afganistan’da kuracağı rejimin nereye evrileceği tartışılıyor. Taliban’ın sert bir şeriat rejimi kurarak özellikle kadınlar üzerinde baskının artacağı bir sistemi ülke genelinde inşa edeceğine kesin gözüyle bakılıyor. Kabil yönetimi başkanı Eşref Gani ise tüm bu karmaşa sırasında sessizce, yanına yüklü miktarda para da alarak BAE’ye kaçtı ve Afganistan’da Amerika ve müttefikleri tarafından kurulup desteklenen hükümetin güçsüzlüğünü tekrar gözler önüne serdi. Öte yandan, ülkedeki birçok farklı etnik unsurun Peştun ağırlıklı Taliban ile ilişkileri de ayrı bir politik sorun olarak ülkenin önünde duruyor. 2001 yılında 9-11 Eylül saldırıları sonrası Amerika’nın önce Afganistan’ı ve sonra Irak’ı işgal etmesi üzerinden 20 yıl geçtikten sonra, uluslararası askeri müdahalelerin istenilen sonuçları vermeyerek birçok yeni toplumsal soruna yol açtığını Afganistan’da son bir haftada yaşananlar üzerinden bir kez daha görmüş olduk.
Haiti Depreminde Kayıplar Artıyor
1804 yılında Napoleon Fransasına karşı gerçekleştirilen ve eski kölelerin organize ettiği başarılı bir devrim hareketi ile kurulan Haiti Cumhuriyeti, son yıllarda yaşadığı büyük doğal afetler nedeniyle dünya gündeminde yer alıyor. Karayip Denizi’ndeki Hispaniola Adası’nda Dominik Cumhuriyeti ile birlikte yer alan iki ülkeden biri olan Haiti yaklaşık 11.5 milyon nüfusuyla Küba ile birlikte Karayipler’in en kalabalık 2 ülkesinden biri. 2010 yılında gece saatlerinde gerçekleşen 7 şiddetinde bir depremde 200 binden fazla insan ölmüş ve ülke büyük bir toplumsal karmaşa yaşamıştı. Geçtiğimiz hafta 14 Ağustos Cumartesi günü bu talihsiz ülke yine 7.2 şiddetinde güçlü bir deprem ile sarsıldı.
Deprem özellikle ülkenin güney batı tarafındaki Les Cayes şehri ve etrafını oldukça güçlü bir şekilde vurdu. Hafta boyunca kurtarma çalışmaları sürerken ölü sayısının 2000’i geçtiği tahmin ediliyor. 12 binden fazla insan yaralı ve 300 insanın da halen kayıp olduğu belirtiliyor. Bölgeyi ziyaret eden BBC muhabirlerinden James Clayton “ölümün kokusunu alabiliyorsunuz” diyerek bölgedeki korkunç durumu tasvir ediyor. 2010 yılındaki depremden bu yana 11 yıl geçmesine rağmen ülkede yeni bir deprem konusunda önlemler alınmadığı ve yeni bir deprem olasılığına göre hazırlıkların yapılmadığı anlaşılıyor. Nitekim, birçok evin yıkılması ile birçok Haiti vatandaşı şu an barınak ihtiyacını dahi karşılayamıyor ve çadırlarda yaşam mücadelesi veriyor.
Öte yandan, tropikal fırtına Grace’in adaya getirdiği ağır sağanak yağış ise hafta başında bölgeye yardım ulaştırılmasını ve kurtarma çalışmalarında görev alanların işlerini yapmalarını engelledi. Güçlü yağışların neden olduğu, kayarak biriken çamur kütleleri, deprem bölgelerine giden yolların kapanmasına yol açtığı için yardımların bütün bölgelere iletilmesinde de zorluk yaşanıyor. Uluslararası camia da Haiti’deki felakete duyarsız kalmadı. Pentagon Haiti için bir yardım gücü oluştururken deprem bölgesine Birleşmiş Milletler 8, Avrupa Birliği de 3.5 milyon dolar yardım gönderdi. UNICEF’in raporuna göre depremden 540 bini çocuk olmak üzere yaklaşık 1,2 milyon kişi etkilendi. Ölüm sayısının artması ve yardımların verimli bir şekilde ulaştırılamaması gibi durumlar Haiti için endişeleri artırıyor. Bölgedeki durumun daha büyük bir insani krize dönüşmemesi için uluslararası kuruluşlar ve bölge ülkelerinin işbirliği içerisinde yardımları organize etmesi gerekli görünüyor.
Kovid-19 Pandemisi: Dünyada Gelinen Son Durum
Kovid pandemisi küresel ölçekte yayılmaya devam ediyor. Kovid-19 nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı tüm dünyada 4.5 milyona yaklaştı. Resmi vaka sayısı ise Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 210 milyonu aştı. Geldiğimiz noktada pandeminin geleceği ile ilgili tartışmalar; Hindistan’da ortaya çıkan Delta varyantı, Afrika ve Hindistan gibi aşıya ulaşımı yetersiz bölgelerin durumu ve yeni aşı çalışmalarına odaklanmış durumda. 3. doz aşının uygulanıp uygulanmayacağı ise tüm dünyada konuşulmaya ve bilim insanları tarafından araştırılmaya devam ediyor.
Bu hafta Hindistan’dan yeni bir aşı haberi geldi. Hindistan’ın İlaç Düzenleme Bürosu koronavirüse karşı etkili ilk DNA aşısına acil kullanım onayı verdi. Cadila Healthcare firmasının ürettiği bu aşı semptomları yüzde 66 oranında tedavi edebiliyor. Üretici firma şu ana kadarki en geniş klinik araştırmayı yaptıklarını ve aşıyı 50’den fazla farklı bölgede 28 bin gönüllü üzerinde denediklerini açıkladı. Hindistan’da bulunan bu aşıdan önceki DNA aşıları hayvanlar üzerinde etkili olmuş ancak insanlar üzerinde olumlu etki göstermemişti.
Afrika’nın Koronavirüs pandemisi ile olan imtihanı ise bu mücadelenin farklı boyutlarını yansıtıyor. Gelişmiş ülkelerde aşılama oranları ciddi oranlara ulaştı ve artık bu ülkelerde sorunun çözümü aşıya ulaşmak değil aşı olmak istemeyenlerin ikna edilmesine kaldı. Ancak Afrika’nın birçok ülkesine nüfuslarına yetecek miktarda aşı teminini gerçekleştiremiyor ve halihazırda Delta varyantı Afrika’da da yayılmaya devam ediyor. Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden biri olan Güney Afrika 60 milyon nüfusa sahip ve bu nüfusun 10 milyonunu (% 16.67) aşılamış durumda. Ancak istatistikler Kenya gibi daha fakir bir ülke için çok daha kötü durumda. Kenya 52.5 milyon nüfusunun yalnızca 2 milyon kadarını (% 3.5) aşılayabilmiş durumda ve toplam vaka sayısı 230 bin rakamına ulaştı. Aşıya ulaşım konusunda yaşanan küresel eşitsizlik Afrika özelinde farklı ülkeler için de geçerli.
Öte yandan, geçtiğimiz hafta İspanya’da koronavirüs gündemi farklı bir tartışma üzerinden şekillendi. Avrupa’nın tatil cennetlerinden biri olan İspanya’nın Akdeniz sahilinde yer alan Marbella kentinde vaka sayıları alarm verici rakamlara ulaştı. Avrupa’nın birçok yerinden özellikle de gelir seviyesi yüksek insanların yazları akın ettiği bu şehirde, son iki hafta içinde 470 bin kişiye Koronavirüs bulaşırken tatilciler bu durumu pek umursuyor görünmüyor. Uzmanlar vaka sayılarının bu şekilde artması durumunda sağlık sisteminin kapasitesinin yetersiz kalmasının yakın olduğunu öngörüyor. Ancak İspanya ve tatil için tercih edilen diğer ülkeler için turizm gelirleri, kamu bütçeleri açısından oldukça büyük bir gelir kaynağı olduğundan, yeni yasaklar ile koronavirüsün ekonomilerine daha fazla zarar vermesini istemiyorlar.