3 ve 6 Mart 2023 tarihlerinde, İyi Parti lideri Meral Akşener’in bütün Türkiye’ye “olağanüstü iki geceyi” yaşattığına şahit olduk.
3 Mart günü Meral Akşener, konuşmasının sinopsisi sayılabilecek “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” ifadesi ile Cumhur İttifakına sırtı dönük bir şekilde Altılı Masadan kalkmıştı. Altılı Masa ve toplumsal muhalefet şaşkın, üzgün ve hatta yer yer öfkeli; karşı tarafta ise “Bay Kemal” kibri üzerine “bu masa dağılır dememiş miydik” kibri hâkimdi.

Türkiye muhalefeti adeta “Milliyetçi Dejavu” yaşıyordu. 7 Haziran 2015’te Devlet Bahçeli’nin seçim sonrası yapmış olduğu “ilkeli ve dürüst bir şekilde herkese karşıyız!” çıkışı ile Türkiye muhalefeti tıkanmıştı. Devlet Bahçeli hiçbir şekilde -dışardan HDP desteğini alarak- CHP ile koalisyon kurmaya veya AKP ile ülkeyi yönetmeye yanaşmamıştı. Hatta MHP grubu daha meclis başkanlığı seçiminde bile sırf HDP destek veriyor diye merhum Deniz Baykal’ın adaylığına destek vermemiş, oylamaya katılmamıştı. Sonrası ise malum; patlayan bombalar, yüzlerce insanımızın ölümü ve Türkiye’nin her alanında, her katmanında yaşanan gerginlik sonucunda 1 Kasım 2015’te gelen AKP iktidarı…

İşte 3 Mart’ta yaşanan “olağanüstü” gece neticesinde Türkiye’nin geleceğine dair bambaşka tahminler ve varsayımlar hâkimdi. Muhalefet “galiba bu kez de kaybettik” derken, iktidar “Reis ile beş sene daha” demeye başlamıştı.
6 Mart günü de olağanüstü ikinci geceyi yaşadık. Aradan geçen iki “olağan” gecede aday isimleri havada uçuştu. Öyle ki siyasi tartışma programlarının fenomen ismi, kendisine canlı yayında Meral Akşener tarafından adaylık üzerine istişarede bulunma teklifinin geldiğini belirtti. Bu yaşanan -komediden daha çok trajik geçen- iki gecede muhalefet saflarında moraller iyice kötüleşmiş, Cumhur İttifakında ise özgüven zirve yapmıştı. Ancak 6 Mart günü peşi sıra yaşanan gelişmeler ile kendimizi bir anda şu manzara ile karşı karşıya bulduk:
Berat kandili gecesi, Atatürk posterinin asılı olduğu Saadet Partisi Genel Merkezinde, Saadet Partisi liderinin Alevi menşeli Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı’nın 13. Cumhurbaşkanlığına aday olduğunu ilan etmesi…

Aynı saatlerde de Tayyip Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrası açıklaması vardı. Fakat, 3 Mart’tan bu yana yaşananlar ile muhalefet moral-motivasyon olarak o kadar dipteydi ve iktidar özgüven noktasında o kadar yukarıdaydı ki yaşananlar muhalefette inanılmaz bir coşku, iktidar cephesinde de aynı oranda müthiş bir moral bozukluğu yarattı. Millet İttifakında ilk anda anlaşılan, sürecin sonrasında Cumhur İttifakında anlaşılmayan Akşener öfkesinin sebebi de basitti: morallerin bozukluğu.
Yukarıda yaşanan duruma metaforik iki örnek vermek isterim: 100 TL’niz vardı, 20 TL kaybettiniz ve 80 TL oldu. Diğer yandan 60 TL’niz vardı, 20 TL kazandınız ve 80 TL oldu. İki durumda da 80 TL’niz var; fakat birisinde kazanarak, birisinde kaybederek buraya ulaştınız. Ya da X milli takımı dünya kupası finalinde rakibini 3-2 mağlup ederek dünya şampiyonu olsun. İlk senaryoda x milli takımı lehine ilk yarı skor 3-0, ikinci yarı 3-2 olsun. İkinci senaryoda ise x takımı ilk yarıyı 2-0 geride kapatmış, ikinci yarı da 3-2 maçı çevirerek şampiyon olmuş olsun. İki olası dünya şampiyonluğu sonucunda, ikinci durumda yaşanan galibiyet çok daha coşkulu, çok daha anlamlı hale gelir. İşte, Kemal Kılıçdaroğlu nihayetinde aday olacaktı. Ancak bu yaşananlar ile mesele öyle bir hale geldi ki sıradan bir adaylık ilanı olmaktan çıkıp “kriz aşma+adaylık ilanına” dönüştü. Yani, olağanüstü bir gece yaşandı.
Bu yaşananları Stefan Zweig’ın Olağanüstü Bir Gece romanına benzetiyorum. Romanın başkahramanı maddi olarak güçlü, rahat ve dertsiz bir hayat sürdürmektedir. Ancak büyük bir varoluş sancısı yaşar. Her şey anlamsız gelir. Hissizleşmiştir. Zweig şu cümleler ile karakteri kendi ağzından anlatır “…büsbütün kavrayamadığım ve özlemini duyduğum şeyin; somut bir şeyi arzulamaktan ziyade arzu duymak hissi olduğunu anladım; daha güçlü, daha bağımsız, daha tutkulu, daha doyumsuz istek duyma, daha yoğun yaşama, belki de acı çekme ihtiyacıydı. Varoluşum fazlasıyla rasyoneldi, çelişki barındırmıyordu ve bu çelişki yokluğu canlılığımı öldürüyordu. Tam olarak ifade etmek gerekirse bir tür ruhsal denge ve beni yaşama bağlayacak olan bir tutkunun yetersizliğini hissettiğimi söyleyebilirim.”
Bir gün bu baş karakter bir “suç” işler ve bu yaşananlar onu vicdanen rahatsız eder. İşte o anda hayatı değişir. İşlediği suç vicdanını tetikler; bu sayede acı çekme ihtiyacı karşılanır ve çelişki yokluğunun sona ermesi ile birden canlılığını kazanır! Üzerindeki ölü toprağını atar. “Kötü olan” ona büyük bir iyilik etmiştir, hayata geri döner.
Stefan Zweig “Altılı Masa’nın İki Gecesi” şeklinde bir roman yazsa birkaç edebi dokunuş ile belki Olağanüstü Bir Gece’yi yeniden yayımlayabilirdi: Türkiye’de yaşanan bütün bu olumsuzluklara rağmen bir türlü umut olamayan, heyecan yaratamayan; televizyon ekranlarında sözcüleri üzerinden anlamsız kavgalara girişen bir “Altılı Masa”… Fakat kendi içlerinde “bu iktidar artık bitti” rahatlığını ve lüksünü yaşayan liderler. Başka bir ülkede yaşansa ertesi gün hükümet düşüren olaylarda dahi sarsılmayan veya düşük oranda sarsılan bir iktidar… Her geçen gün katlanan “Cumhur İttifakı yine kazanacak” söylemi; en iyimserin bile “muhalefet kazanacak” diyemeyip “iktidar kaybedecek” şeklinde ifade ettiği bir gelecek senaryosu… Ve Meral Hanım’ın sahneye çıkışı; yaptığı olay açıklama, masayı dağıtma “suçu” , yaşanan kriz ve toplumsal muhalefetin “yeter artık” öfkesi ile Altılı Masada hissizleşmiş olan “birlik ve beraberlik” duygusunun tetiklenmesi. Hatta bu “yeter artık!” öfkesinin içerisinde Cumhur İttifakından ayrılmayı düşünen seçmen de var; “Yeter artık! Kendinize bi çekidüzen verin; bizde sarsarak gelelim!”
Yazımı burada bitirirken şunu belirtmek isterim ki her hikâyede işlenen bir suçun neticesinde varoluşsal bir canlanma yaşanmayabilir. Bir başka hikâyede bu suç felaket ile sonuçlanabilir. Altılı Masa için hem meclisi, hem de cumhurbaşkanlığını aldığı bir seçim zaferinden başka “olağanüstü gece” yaşamaya hakkı yoktur!
“Çünkü sadece kaderlerini bir bilinmez olarak yaşayanların gerçekten yaşadığına inanıyorum. Ben daha önce yaşamdan hiç bu kadar keyif almamıştım. Bundan eminim! Şimdi şundan da eminim ki hayatına ve hislerine karşı derin bir kayıtsızlık içinde olan herkes, tek çıkış yolu olarak bir suç işleyecektir.” (Olağanüstü Bir Gece)
Fotoğraf: Andy Holmes