Eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek (Kendisi bir dönem Menzil tarikatının merkezi olan Kahta ilçesinin kaymakamlık görevini yürütmüştür.), “İnançlar, Ülküler, İlkeler, Görüşler ile Gerçekler Dünyasında Siyaset Yolu” adlı kitabında Nakşibendi tarikatının Menzil kolu ile ilgili anısını şöyle aktarıyor:
“1979 yılının yaz aylarında bir gün genel başkan (Alparslan Türkeş) beni çağırdı ve okumam için elime bir yazı verdi. Adıyaman MHP il başkanı, genel başkana bir mektup yazmış. İçinde şöyle diyordu: ‘Bizde Menzil köyünde Nakşibendi Şeyhi Muhammed Raşit Erol adında bir zat var. Kendisinin Türkiye çapında bir milyona yakın müridi olduğundan söz ediliyor. Adıyaman’da da çok müridi var. Kendileri Namık Kemal Zeybek’i seviyorlar. Onu gönderirseniz bizi desteklerler, Adıyaman’dan milletvekili çıkarırız.’ Genel başkan, ‘gidip konuşur musunuz?’ dedi. Uygun görürse gidebileceğimi söyledim, gitmemi istedi.
… Sabah ezanı okununca ‘Seyda’ Hazretleri (öyle deniliyordu) geldi. Namazı kıldırdı. Cemaate bakmaya başlayınca beni aradığını anladım. Yanına yaklaştım. Yanındakilere ‘Misafiri divana alın’ dedi. Divanda tereyağlı ballı, yumurtalı bir kahvaltı önümüze kondu. Kahvaltıdan sonra Seyda geldi. Durumu anlattım: Buraya arkadaşımla birlikte görevli olarak geldiğimizi, Genel Başkanımız Alparslan Türkeş’in selamlarını ve partimizi destekleme taleplerini ilettim. Seyda, Türkeş’in namaz kılıp kılmadığını sordu. ‘Cumaları kılıyor, diğerlerini bilmiyorum. Ama benim gençlere tasavvufu anlatmamı o istedi. Ayrıca, bizim mücadelemiz olmazsa Türkiye Komünist olacak; o zaman da ne cami kalır ne namaz ne de tasavvuf!’ diyerek ikna etmeye çalıştım.
Başını öne eğdi, biraz düşündü ve sonra dedi ki: ‘Biz insanları Allah yoluna çağırıyoruz. Bize sarhoş gelenler namaza başlıyor. Bizim işimiz bize gelenleri siyasete yönlendirmek değil. Biz onu yapamayız. Sofiler (müritler) arasında CHP’liler de var, AP’liler de… Ama siz siyasetçisiniz; girin sofilerin içine, partinizin tanıtımını yapın. Serbest! Zaten MSP’liler de buralarda dolaşıp duruyorlar’ dedi.”
Nakşibendiliğin Adıyaman-Menzil kolu, siyasi veya teolojik alanda Türkiye’deki tarikatlar üzerine çalışanlar veya entelektüel okumalar yapanlar için önemli bir araştırma ve ilgi alanı olmuştur. Bu konu üzerine çalışanların da bildiği üzere Menzil kolunun siyasi ve dini macerasında pek çok önemli durak ve dönüm noktaları var. Bu hikâyenin en tepesinde hiç kuşkusuz “AKP öncesi – sonrası” ayırımı yer alıyor.
Nitekim yukarıda alıntılanan anekdotu boşa çıkarırcasına Menzil kolu, AKP dönemi ile kamu (yoğun olarak Sağlık ve Enerji Bakanlıkları, 15 Temmuz sonrası da birçok diğer kurum) ve özel sektörde önemli bir güç edinmiş ve 24 Haziran 2018 genel seçimleri ile tarihinde ilk defa kamuoyuna açık bir siyasi destek deklarasyonu yayınlamıştır. 2019 yerel ve 2023 genel seçimleri ile de bu durum tekrarlanmıştır.
12 Temmuz 2023 tarihinde otuz senedir tarikatın liderliğini yapan Abdülbaki Erol’un ölümü ile tarikat için önemli bir kırılma anı gerçekleşti. Abdülbaki Erol’un en büyük oğlu Saki Erol ayrı bir vakıf kurdu ve kendi şeyhliğini ilan etti. Bu karara tarikatın geleceği açısından stratejik bir hamle denebilir. Zira bu tip dini oluşumlarda “efsane” liderin ölümü, yönetilmesi zor bir handikaptır. Menzil kolu üçe bölünmesine rağmen Abdülbaki Erol’un hayatta iken de genelde ön plana çıkardığı Saki Erol, erken davranarak babasının varisi ve bir nevi “doğal lider” olduğunu gösterdi. Kaldı ki Menzil kolu, artık bir dini yapı olmaktan daha çok kamu, özel ve kısmen de medya gücünü elinde bulunduran profesyonel bir yapı olarak yolcuğuna devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Saki Erol’un kurduğu Serhendi Vakfı, müritlerine bir talimat yazısı gönderdi. Yazıda Saki Erol’un aslında kendi inisiyatifi ile değil, babası tarafından Menzil ’in başına getirildiği belirtiliyor. Akabinde de “On yıldır yolumuzun adaplarından çok uzaklaşıldığını gördük ve Ğavs Hazretleri üzülmesin diye sustuk.” giriş cümlesi ile talimatlarını sıralıyor. Bazılarını aşağıda paylaşıyorum:
- Artık asli vazifemiz olan irşat faaliyetlerine yöneleceğiz. Bizim asli vazifemiz tekke ve medrese hizmetleridir. Yani irşat, ilim ve eğitim.
- Tekkelerde para toplanması kesinlikle yasaklanmıştır. Bu para toplama âdeti tasavvuf yolunun ruhuna uygun bir durum değildir. Hizmetlere hayır yapmak isteyenler için teşvik vardır, telkin yoktur.
- Dergâhlarda ticaret ve siyaset konuşmak yasaktır. Dergâh bunların yeri değil, irşat yeridir.
- Gelenlere emir siğası ile hitap, sert davranmak; kırıcı olmak yoktur. Hepsi kardeşlerimizdir. (Özel haber | Üçe bölünen Menzil’de büyük oğul Saki Erol’dan müritlerine talimat: “Dergahlarda ticaret ve siyaset konuşmak yasaktır” – Medyascope)
Bu talimatları okuyunca aklıma kurumsal muhalefetin 28 Mayıs gecesinden bu yana devam eden “yenilgiyi yönetememe” hali geldi. Siyasi parti temsilcileri bu yorumumu okuyunca kızacaklar, eminim. Ama Saki Erol’un yeni bir başlangıç için müritlerine göndermiş olduğu bu on maddeden olmasa da bu “yeni hikâye, yeni başlangıç” tarzından biraz ilham alabilirler diye düşünüyorum.
Kazanan tarafta olmalarına ve gücü elinde bulundurmalarına rağmen hâlihazırdaki güçlerine ulaşmalarında araç olan “on yılı”, “tekkelerde para toplanmasını”, “dergahlarda ticaret ve siyaset konuşulmasını” net bir şekilde eleştiriyor ve artık tabir caizse “dine döndüklerini” belirtiyor. Yepyeni bir hikâye ile Cumhur İttifakı’nın seçimi kazanmasıyla korudukları güçlerini arkasına alarak, efsane liderlerinin ölümü sonucu yaşayabilecekleri muhtemel demotivasyon ihtimallerini de yok etmeye çalışıyor. Ellerinde bulundurdukları gücün konforu ile artık “dine dönebiliriz” mesajı ile yeni bir hikâye başlatıyor. Yazımın hemen başında Namık Kemal Zeybek’ten yaptığım alıntıdaki anekdot gibi. Bir nevi “1979 ruhunu geri getirme” hamlesi…
Kurumsal muhalefet ise 28 Mayıs hüsranı ile artık zorunlu olarak yeni bir hikâye bulmak zorunda. Hüsran yaşamaktan veya yapılanlardan ötürü hüsrana uğramaktan daha kötüsü, hüsranın neden olduğu sıkışmışlık ve boşluk hissini yeni bir hikâyeye veya harekete dönüştürememektir.
Adam Philips’in “Kaçırdıklarımız” kitabından alıntılayarak yazımı sonlandırıyorum:
“Hüsrana katlanamıyorsanız, tatmine ulaşmak için başkalarına bağımlı olmaya ve başkalarının katılımına katlanamıyorsanız, kendinizi zaten her şeye sahip ve her şeyi bilir konumda görmeniz gerekir. Deneyimden bir şeyler öğrenmek, ihtiyacımızı dünyada yaşamakla bağdaşır kılmanın yollarını bulmak anlamına gelir. Dünya’da kendi yerimizi bulmak, ihtiyaçlarımızın bize uyduğu bir yer bulmak ya da yaratmak anlamını taşır. İhtiyacımız olan, kavrayamadığımız şey ve onu kavrayamamamızın önemi hakkında bir şeyler bilmektir.”