14 Ağustos 2001
“Bugün önemli bir gün. Bugün, Türk siyaset hayatına lider oligarşisinin çöktüğü gün olarak; tekelci bir anlayışa dayanan bir liderlik anlayışının yerine kolektif aklın temsilcisi olan bir anlayışın yerleştiği gün olarak geçecek.
Bugün, Türk siyaset tarihine parti içi demokrasi geleneğinin yalnızca bir kuru temenni olarak değil, aynı zamanda da bir zihniyet değişikliği ve zorlayıcı tüzük kuralları biçiminde egemen olduğu gün olarak geçecek. Bugün, Türk siyaset tarihinde her yönüyle şeffaf, seçmenin sorgulamasına ve denetimine açık yepyeni bir siyasal örgütleme modelinin kurulduğu gün olarak geçecek.
Bugün, Türk siyaset tarihine hizmete sevdalı insanların kurduğu Ak Parti’nin doğum günü olarak geçecek. Kutlu olsun!
Ve bugünden sonra Türkiye’mizde artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” (Recep Tayyip Erdoğan)

Bu konuşmanın yapıldığı günden itibaren geçen yirmi iki yıl içerisinde Recep Tayyip Erdoğan; gerek parlamenter rejimin başbakanı ve cumhurbaşkanı olarak, gerekse de başkanlık rejiminin tek adamı olarak kesintisiz bir şekilde ülkeyi yönetmiş bulunuyor. Bir sonraki seçimin 2028’de olduğu düşünülürse, bu sürenin yaklaşık yirmi yedi yıl olacağını söyleyebiliriz.
Erdoğan’ın iktidar serüveni sadece Türkiye siyasi tarihinde değil; dünya siyasi tarihinde de önemli bir yer tutuyor. Zira seçim galibiyetleri ile bu kadar uzun ve kesintisiz bir zaman süresince -her ne kadar eksikleri ve defoları olsa da- Türkiye gibi demokrasi kültürü ve seçim alışkanlığı olan bir ülkeyi yirmi yedi yıl kesintisiz yönetebilmek kayda değer bir başarıdır.
80 Darbesi Sonrası MHP
Kuşkusuz bu yirmi iki yılı açıklarken birçok aktörü, dönüm noktasını, iç ve dış etkenleri belirtmek mümkün. Devlet Bahçeli liderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin bu yirmi iki sene içerisinde yaklaşık on dört sene muhalif, son sekiz senedir de Erdoğan’ın sarsılmaz müttefiki olarak önemli bir rol oynadığını belirtebiliriz. Nitekim, Devlet Bahçeli ile ilgili sorgulaması yapılan en önemli konu “Erdoğan’ı tercihleri ile iktidar yapan veya iktidarda kalmasını sağlayan” bir lider olup olmadığı.
Öncelikle 12 Eylül askeri darbesi ile MHP ve Ülkücü Camia ’da yaşanan siyaset tarzı ve tavır değişikliğini görmek gerekiyor. 12 Eylül öncesi aksiyoner, üst perdeden siyaset yapan, devlete bağlı olsa da siyasi vesayete karşı tavır koyabilen, katı bir şekilde ideolojisine bağlı, sokak siyasetinden kaçmayan, “sağ ve muhafazakâr” partiler harici koalisyon düşünmeyen, en nihayetinde icraat makamını ve iktidarı talep eden bir MHP görüyoruz.
80 askeri darbesi sonrasında yerel ve uluslararası konjonktür değişimi; lider “başbuğ” Alparslan Türkeş’in de tecrübe ettiği hapis, işkence, firar, idam cezası ve fişleme gibi travmalar üzerine farklılaşan bir MHP ortaya çıkarmıştır.
MHP artık eski dönemki kadar sert ve üst perdeden bir siyaset yapmamaktadır. Siyasi iktidardan daha çok hâkim olan siyasi vesayeti, iç ve dış konjonktürü önemseyerek karar almaya çalışmaktadır. Bu kararlarda ortaya “Ülkücü bir duruş” koyma çabası görülse de ilerleyen yıllarda Bahçeli’nin de çok sık kullanacağı “önce ülkem ve milletim, sonra partim” sloganı ile dolaylı bir şekilde ifade edilen denge unsuru öne çıkarılmıştır.

Nitekim MHP ve Ülkücü Hareket ilk firesini bu tavır değişikliğinden sonra verdi: Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, Türkeş liderliğinde MHP’nin Çekiç Güç (1991’de Irak savaşından etkilenen sığınmacıların kontrol altına alınması için Silopi’de konuşlanması planlanan yabancı askerler) tezkeresine destek verilmesi talimatına karşı bayrak açtılar ve bu süreç sonunda Büyük Birlik Partisi’nin kuruluşu ile neticelenen bir kopuş yaşadılar.
Bununla birlikte, o dönemde yükselen Siyasal İslam’a karşı siyasi vesayetin hassasiyetlerinin farkında olan bir MHP’den ve Türkeş’in “Ülkücülüğün çerçevesi, Türkiye sınırları ile sınırlıdır. İslam Birliği’ni yaymak, İslamiyet’i yaymak, İslam Birliği’ni kurmak diye bir hedefimiz yoktur.” şeklindeki beyanatının sembolize ettiği bir mesafeden bahsetmek mümkün.
Yine MHP’nin siyasi vesayet ile barışık olması açısından sembolik bir hareket olarak, 28 Şubat atmosferinin hâlâ daha hissedildiği 1999 seçimlerinden sonra da MHP Antalya Milletvekili Nesrin Ünal’ın -o dönem Fazilet Partisi’nde yer alan Merve Kavakçı’nın aksine- kendisinin ve genel başkanın vermiş olduğu sözü tutarak meclise baş örtüsünü açarak katılması gösterilebilir.
57. Hükümet Döneminde MHP
57. hükümetin icraat döneminde Devlet Bahçeli liderliğindeki MHP’nin AB üyeliği, IMF ve Öcalan’ın idamı sürecinde ortaya koyduğu tavrın da yine siyasi vesayet ve iç/dış konjonktür çerçevesinde kendilerinden beklenen sertlik derecesinden uzakta, belli zamanlarda eleştirel ama daha itidalli olduğu görülmektedir.
1999 seçim sonuçlarına göre DSP hükümet kurmak ile görevlendirilmişti. Bu dönemde Fazilet Partisi’nin (FP) ve Doğru Yol Partisi’nin (DYP) Devlet Bahçeli’ye koalisyon ve başbakanlık teklifinde bulunduğu fakat Bahçeli’nin bir röportajında “Kutan ve Çiller biraz dinlensin” şeklinde vermiş olduğu beyanat ile bu teklifi reddettiği görülmüştür. Bu iki partinin ortak özelliğinin, 28 Şubat’ın siyasi iktidar koalisyonu Refah-Yol ’un bileşenleri olduğu unutulmamalıdır.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin kurulduğu tarihlerde Türkiye; Bülent Ecevit’in Başbakan, Mesut Yılmaz ve Devlet Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olduğu Demokratik Sol Parti (DSP)-MHP-Anavatan Partisi (ANAP) üçlü koalisyonu ile yönetiliyordu. 2002 yılına gelindiğinde bu koalisyon -her ne kadar IMF reçeteleri ile ekonomik krizin yaralarını sarmaya başlamış olsa da- arkasında 99 depremi, Öcalan’ın yakalanması, açığa çıkan yolsuzluklar, anayasa krizi, 28 Şubat atmosferinin dindar kesim üzerindeki baskısını devam ettiriyor olması ve Bülent Ecevit’in sağlık sorunlarını içeren negatif bir bagajı taşıyordu.

Özetle belirtmek gerekirse 2002 yılına gelindiğinde MHP, yukarıda bahsedilen iç ve dış etkenler ile siyaset sahnesinde varlığını sürdürmekteydi. Tarihler 7 Temmuz 2002’yi gösterdiğinde AKP’nin iktidar serüveni için aradığı başlangıcı Devlet Bahçeli ilan edecekti. Bahçeli 11. Kocayayla Türkmen Kurultayı’nda, “siyasi belirsizliğin seçimle aşılabileceğini, 1 Eylül’de toplanacak Meclis’in 3 Eylül’de seçim kararı almasını ve 3 Kasım’da da genel seçim yapılmasını” önerdi.

3 Kasım 2002’de yapılacak olan genel seçim ile “Reis” Erdoğan’ın yirmi iki yıllık kesintisiz iktidarı başlamış, aynı şekilde Devlet Bahçeli’nin de MHP üzerindeki mutlak hâkimiyetine giden süreçte yeni bir dönüm noktası geçilmiştir. (DEVAM EDECEK)