[voiserPlayer]
6 Şubat’ta Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerin ardından depremden etkilenen bölgelere müdahale ve yardımlarla ilgili eksiklikler hala kamuoyunda tartışılmaya devam ediliyor. Özellikle kadınlar ve çocuklar halen temel ihtiyaçlara ulaşmakta zorluk çekiyor ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet riskiyle karşı karşıya kalıyor. BM Nüfus Fonu’nun bir ay önce yayınladığı raporda depremden etkilenen illerde gezici ve geçici hizmet birimlerine ve cinsel sağlık ve üreme sağlığı malzemelerine yüksek düzeyde ihtiyaç duyulduğu belirtiliyor. CARE International tarafından depremlerin ilk haftasının ardından hazırlanan raporda, deprem bölgesindeki kadınların barınma alanlarında mahremiyetten yoksun olduğu, temiz suya ulaşamadığı ve özellikle tuvaletler ve su alanları çevresinde kadınların cinsiyete dayalı şiddet riskinin arttığı ifadeleri yer alıyor. Depremin ilk saatlerinden itibaren çok sayıda feminist sivil toplum örgütü ve gönüllüler bölgedeki kadınlara yardım etmeye çalışıyor. Depremin ilk gününde birden fazla gönüllünün bir araya gelerek kurduğu Afet İçin Feminist Dayanışma ağı bu örgütlerden bir tanesi. Depremlerin ilk gününde hazırladıkları “Mor Tır”ı bölgeye gönderen ve halen bölgede çalışmalarına devam eden Afet İçin Feminist Dayanışma ağından Selime Büyükgöze’ye ve bölgeye gönüllü olarak giden Edibe Üner’e deprem bölgesindeki gözlemlerini sorduk.
Afet İçin Feminist Dayanışma nasıl kuruldu ve depremin ilk gününden itibaren sahada kadınların ve çocukların durumu hakkında neler gözlemlediniz?
Biz Pazartesi sabahı deprem haberiyle uyanınca ne yapabiliriz diye konuşurken hemen akşam için bir toplantı çağrısı yaptık. Zaten halihazırda var olan bir takım feminist iletişim ağlarımız var, bunlara bir toplantı çağrısı yaparak o akşam bir toplantı yaptık. Aslında tabii ki o ilk akşam, henüz neler yapabileceğimizi planlayabildiğimiz bir toplantı değildi. Ama en azından beraber bir şeyler yapmak için o grubu kurmuş olduk. Çünkü malum, ilk gün aslında ne olup ne bittiğini anlamamız da pek mümkün değildi. İlerleyen günlerde de çeşitli işler yaptık, mesela yaptığımız işlerden bahsedecek olursam ilk günlerde herkes gibi bizim de aklımız enkaz çalışmalarındaydı, başka bir şey düşünemiyorduk. Bu çalışmalarla ilgili var olan koordinasyon eksikliğine yönelik talepleri biz de yükselttik ve politik sözümüzü paylaştık. Bunun dışında bazı arkadaşlarımız arama kurtarma ekipleriyle de bölgeye gitmişlerdi, onlardan haber aldık. Bir yandan da henüz yeni yeni başlamış ihtiyaçlara yanıt vermek üzere çeşitli çalışmalara katıldık. Hemen sonrasında bildiğiniz gibi ilk günler, saatler içinde ne yapılacağının değiştiği zamanlardı. Biz de ihtiyaçları kendimiz temin edip göndermeye yönelik çalışmalar yaptık. Çünkü bölgede bir takım iletişimlerimiz vardı, irtibatta olduğumuz kadın örgütleri bölgeye gitmişlerdi ve onlardan da ihtiyaçlarla ilgili yaptıkları çalışmalara yönelik haber alıyorduk. Halihazırda orada kurulmaya başlamış olan koordinasyonları İstanbul’dan desteklemeye başladık. İlerleyen zamanlarda bu tabii ki daha da yapılandırılmış bir hale dönüştü.
Şöyle şeyler duyduk başından beri, ihtiyaç temelli düşündüğümüzde kadınların, daha böyle belirgin kadınlara has ihtiyaçlarının öncelikli karşılanmadığını duyduk. Bunların arasında ilk gündeme getirdiğimiz ped konusuydu. Bunun arkasından çok kısa sürede özellikle iç çamaşırı ihtiyacı çok sık olarak gelmeye başladı. Bunun yanı sıra bir takım kadınların kullanacağı hijyen malzemeleri talebi gelmeye başladı. Biz de böyle kendi yaptığımız ve İstanbul’dan organize ettiğimiz çalışmaları da ağırlıklı olarak bu eksende kurguladık. Bir mor tır çalışmasını hayata geçirdik. Mor tır İstanbul’dan kalkan ve Adıyaman’a giden bir tırdı, içinde tamamen kadınların ihtiyaçlarına yönelik iç çamaşırı, hijyen kiti gibi malzemeler vardı. Biz de tırın ardından Adıyaman’a giderek bu ihtiyaçları orada dağıttık. Bunun yanı sıra o tırla beraber çadır da gönderdik ve o çadırı da Adıyaman’da bir çadır kente kurarak kadın çadırı açtık. O günden beri de kadın çadırında rotasyonlu olarak kalıyoruz. Orada yaptığımız çalışmayla hem çadır kentin mevcut koordinasyonuna destek oluyoruz hem de böyle bir çadır olması buradan bazı kadınların bir ihtiyacını daha karşılıyor, o da kamusal alan ihtiyacı, kadınların birlikte vakit geçirebilecekleri bir kamusal alan ihtiyacı. Çünkü şimdi bu çadır kentlere baktığımızda ortak alan çok önemli sorunlardan bir tanesi. Genellikle mutfak etrafında daha doğrusu yemek alanı etrafında kamusal alan diyebileceğimiz bir alan oluyor ama orası da ağırlıkla erkeklerin oturduğu yerler oluyor. Özellikle de mesela Adıyaman gibi biraz daha muhafazakâr bir şehirde kadınların bu alanlarda bulunması çok rahat olmuyor. Bizim çadır kentte şöyle gözlemlerimiz oldu: Kadınlar yemeklerini bile alıp çadırlarının içerisinde yiyorlar. Böyle bir alanı kurmak, kadınların gelip oturduğu, sohbet ettiği, beraber vakit geçirdiği, ihtiyaçlarını rahatlıkla söylediği bir alanı da oluşturmamızı sağladı.
Mor tırımızı Hatay’a da gönderdik. Hatay’da sabit bir yerimiz yok ama mevcut olan koordinasyonlarla işbirliği yaparak orada dağıtımları gerçekleştirdik. Bu tırlar dışında da aslında biraz daha oraya gidecek kişilerle ya da doğrudan oradaki kontaklarımızla iletişime geçerek bir takım ihtiyaç gönderimleri de yapıyoruz. Ama tabii ki bizim dayanışmamız sadece bu ayni yardımla da sınırlı değil, bir takım yapısal değişimleri de sağlamaya çalışıyoruz. Mesela çamaşır sorunu bizim gözlemlediğimiz sorunlardan biriydi, kadınlar bakmakla yükümlü oldukları herkesin çamaşırlarını ellerinde yıkamak zorunda kalıyor. Çamaşırlarını yıkayabilmeleri için çamaşırhaneler kurulması için destek sağladık, duş gönderdik, gündelik hayatlarını da kolaylaştırabilmek için çeşitli destekleri de bularak örgütlemeye çalıştık. Bunun dışında orada hiç bitmeyecek bir ihtiyaç hali de var. Yani bugünden yarına çözülmeyecek uzunca bir sürecin içinde olduğumuzun farkındayız. Bu nedenle de gördüğümüz bir takım temel sorunlara yönelik kamuyu harekete geçirebilecek çeşitli talepleri de yükseltiyoruz. Kadınların ihtiyaçları çok öncelikli ihtiyaçlar değil. Kamu kurumlarının hijyen paketlerine ped bile konulmamıştı, bu kadar temel şeyleri bile göz ardı ediyorlar. Kadınların bakım emeği yükü inanılmaz katlanmış durumda. Mesela iki çocuğu olan bir kadının en iyi ihtimalle çocuklarının günde 5 kere tuvalete gittiğini düşünelim. Günde 10 defa çocuklarını çadırlardan uzaktaki ortak tuvaletlere götürüp getirmek zorunda kalıyorlar. Üzerlerindeki bakım yükü inanılmaz derecede artmış durumda. Bu tabii ki normalde bakım yüklerini azaltacak komşuları, akrabaları oluyor. Ama bu yeni düzende tüm bunlardan kopmuş olmak aynı zamanda çok izole ve desteksiz hali de beraberinde getiriyor.
Bölgedeki kadınlardan toplumsal cinsiyete dayalı şiddete dair bir şikâyet duydunuz mu?
Tabii ki bir defa kaldıkları yerlerin güvenliği başlı başlına bir mesele, kadınlar güvenli hissetmiyorlar. Çünkü buna dair alınabilecek çok basit önlemler dahi düşünülmüyor. Örneğin, gece tuvalete gitmek çok büyük bir sorun, kadınlar gece tuvalete giderken güvende hissetmiyorlar. Bütün o çadır kentlerin yapısı tüm bunlar düşünülerek tasarlanmış değil. Işık vb. gibi kendilerini güvende hissedecek halde tasarlanmış durumda değil. Ama bunun dışında tabii bir de ev içi şiddet hali var, ev içi şiddet durumunda kadınların desteğe erişiminde çok önemli bir daralma söz konusu. Çünkü biz Mor Çatı olarak da bir rapor yayınladık, kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarının deprem bölgesindeki durumuna dair. Orada şunu çok net gördük bir defa kadınlar en önemlisi şu an bu mevcut desteklere hala erişebilecekleri bir bilgiye sahip değiller. Normalde de zaten bir sürü sorunla karşılaşıyoruz alanda, şimdi bunlar çok katmerlenmiş durumda, nereye gideceğim sorusu ya da kimi nereden bulacağım sorusunun yanıtları çok karmaşıklaşmış durumda. O nedenle güvenliklerini, zaten beraber yaşadıkları ve yakınları olan erkeklerin sağlamasıyla ilgili çok önemli bir sorun var. Bunun dışında ufak ufak duyduğumuz ama zamanla artacak olan hem ortak yaşamda hem de kimi zaman alana gelebilecekler arasında kadına yönelik cinsel şiddet konusu da var. Öncelikle bunları önleyebilecek bir çalışma yapmak gerekiyor, özellikle kadınlara böyle bir davranışa maruz kaldıkları zaman çok rahatlıkla destek alabilecekleri adresler göstermek gerekiyor ve bunları çalışabilir kılmak gerekiyor. Bu adresler gösterilse hem bunlar caydırıcı olacak hem de aynı zamanda kadınlar maruz kaldıklarında çok rahat destek alabileceklerini bilecekler. Bunların olmaması çok daha zorlu bir hali beraberinde getirebiliyor.
Depremin ardından sivil toplum örgütlerinin özellikle kadınlar ve LGBTİ bireyler hakkında yaptıkları çalışmalar ve topladıkları yardımlar çok konuşuldu. Siz toplumsal cinsiyet özelinde baktığınızda bu çalışmaların ne denli etkili olduğunu düşünüyorsunuz?
Hem sivil inisiyatifin hem sivil toplum örgütlerinin çeşitli çalışmaları oldu. Hepsi de birbirinden kıymetli çalışmalar. Ama tabii ki bu çalışmalar çok önemli olmakla beraber yine de bence şunun altını çizmek lazım: Bunların tek elden standart bir şekilde sunulması ancak kadınların hayatını kolaylaştıracak bir dönüşüm yaratır. Bu alana odaklanmak, kadınların, çocukların ve LGBTİQA+ güvenliğine odaklanmak çok önemli. Biz sivil dayanışmayla elimizden geldiğince bir sürü aktör olarak yapmaya çalıştık ve bu çok kıymetli bir şey. Ama bunu yapmaya çalışırken bir diğer yandan kamu politikalarını da gözeterek şekillenmesi konusunda baskı yapmak gerekiyor. Çünkü biz ne kadar büyük ağlar kursak da ne kadar gönüllümüz olsa da yine de kamunun gücüne sahip değiliz. Ve hiçbir kadının zaten cinsiyeti nedeniyle maruz kaldığı ayrımcılığın bir de deprem nedeniyle daha da derinleşmemesi için çok bütünlüklü bir politikaya dönüşmesi ve kamu politikaları yoluyla bu eşitsizliği giderecek, koruyucu çalışmalar yapılması gerekiyor.
Deprem bölgesindeki kadınlarla, feministlerle nasıl koordine oldunuz?
Türkiye’de zaten feminist hareketin ağları var, biz zaten çeşitli kampanyalarla bir araya geliyoruz. Mevcut olan iletişim ağlarımız zaten var, o nedenle de iletişim kurmamız çok kolay. Şöyle örnek vereyim; depremi duyduğumuzda hemen Diyarbakır’dan Havle Kadın Derneğini aradık ve onlardan nasıl olduklarını öğrendik ve ilk günlerde onlar da hemen Adıyaman’a gidip çalışma yapmaya başladılar, oradan çok rahat bilgi aldık. Bunun dışında yerelde örgütlü Kadın Koalisyonu var, orada da zaten her ilde kadın örgütünün bağının olduğu koca bir ağ var. Bizim zaten halihazırda böyle ağlarımız olduğu için o haberleşme ve dayanışma ağını kurmak çok kolay oluyor. Bu sonradan kurulmuş olan bir şey değil, zaten olan ağlarımızı deprem üzerinden tekrar kurgulayabiliyoruz.
Depremin üzerinden 57 gün geçti ve biz bölgedekilerin seslerini daha az duymaya başladık. Onların sesini duymaya devam etmek için neler yapabiliriz?
Bir defa tabii ki şunun zaten altını çizmek lazım, bu iş henüz bitmedi. Özellikle İstanbul’da depremin unutulduğuna, zaten seçim gündeminin ardında tarihi bir konuya dönüştüğüne maalesef şahitlik ediyoruz. Ama aradan bu kadar vakit geçmesine rağmen bölgeye gittiğiniz zaman ilk günkü gibi hayat devam ediyor. Yani ilk günkünden kastım şu: Aynı temel ihtiyaç yoksunluğuyla, aynı destek ihtiyacıyla hayat devam ediyor. Bunun altını çizmek ve hayatın zaten bu kadar geriye gittiği, bu kadar insanların hayattaki her şeylerinin elinden alındığı bir ortamda hayatı tekrar kurmanın ne kadar zor olduğunun altını çizmek yoluyla orayı hatırlatmak bence çok önemli. O nedenle bizim orada kurmamız gereken bu dayanışma ilişkisi çok verimli olmalı. Orada insanların tekrar üretime katılabildiği, tekrar gündelik hayatlarını benzer bir şekilde sürdürebilmeleri için bunları tekrar tekrar gündeme getirmek gerekiyor.
“Erkeklerin ayakkabılarının aşındığını söylüyorlar, ancak kendi ihtiyaçlarını söylemiyorlar”
Kahramanmaraş depremlerinin 20. gününde bölgeye gönüllü olarak giden Edibe Üner ise bölgedeki kadınların durumu hakkında şunları söylüyor:
Depremin ardından bölgeye gitmeye nasıl karar verdiniz?
Bir süre boyunca zaten deprem olduğundan beri ne yapabilirim diye düşünüyordum. Hani bir uzmanlığa dair bir şey çıkarsa yapabilirim, bir şey çıkarsa gidebilirim diye planlıyordum. Ama özel bir plan yapmamıştım ve bir süre sonra bir ilan gördüm, yabancı STK’ların tercüman aradıklarına dair. O sebeple ben de tercümanları olmak üzere gittim.
Siz depremin 20. gününde bölgeye gittiğinizde kadınların hangi ihtiyaçları olduğunu gördünüz?
Yani şöyle ki, ben gittiğimde çok daha oturmuş bir yer vardı. Olur diye düşünüyordum. Yani dediniz ya ilk 20 gün geçmişti, belli şeyler ikincil şeylere geçmiştir diye düşündüm. Esasen çok öyle bir durum olmadığını gördüm. Bir taraftan da yani hâlâ mesela barınma sorunu çözülememişti. Yani sokaklarda yatanlar vardı. Battaniyeler ıslanıyordu vesaire, yani çadır sıkıntısı vardı. Kadınlar açısından da özellikle, yani barınma açısından problemli bir ortam olduğu için hiç mahremiyet alanları yoktu. Kadınlarla konuştuğumda çoğunlukla taciz olaylarında falan pasif olduklarını söylediler. Çünkü yabancı insanlarla bir çadırda kalmak durumundasınız. Bunu şikâyet edebileceğimiz hiçbir yer yok. Sizi koruyabilecek hiçbir mekanizma yok. Sonuçta kadınlar böyle sorunlarla karşı karşıyaydı. Bir kısmı hamileydi, bir kısmı işte genç kadınlar. Onların da belli sıkıntıları vardı. Özellikle hamile kadınlarda çok ciddi sıkıntılar duydum. Ciddi bir mahremiyet problemi var. Haliyle böyle sorunlar vardı. Onun ötesinde kadınların hâlâ mesela hijyen ihtiyaçları, ped vs. her zaman karşılanamıyordu. Çünkü bir yere gittiğimizde kadınlar zaten bunu söylemiyordu. Erkeklerimize ayakkabı lazım diyorlar. Mesela çadır yapmaktan, inşa etmekten hepsinin ayakkabıları aşındı diyor ama mesela ped ihtiyacını söylemiyor. Hâlâ yani o tür çok temel hijyen ürünlerine ulaşımda sıkıntı vardı. Düzenli olarak gelmiyordu. Her yerde durum aynı şekilde değil tabii. Belli mahallelerin kendi imkânlarıyla alıştıkları kamplardan bahsediyorum. Onların bir şekilde daha düzenli, organize kampları var.
Siz bölgeye gittiğinizde ilk gittiğiniz gün gözlemleriniz ne oldu, özellikle kadınlar ve LGBTİ bireylerle ilgili?
En büyük sıkıntı insanların kendi alanlarının olmaması. Kadınların, normalde ev ortamında yaşamış ve mahremiyete alışmış insanların açık alanlarda kalmasının getirdiği sıkıntılar vardı. Kadınlar çalışıyordu çoğunlukla, yani biraz su bulursa yemek yapıyor, biraz bir şey bulursa hemen temizlik yapıyor. İş yükü genellikle kadınların üzerinde. Su taşıyorlar, yemek taşıyorlar gibi bir ortam vardı. Onun haricinde herkes bir şey bulduğunda bir ucundan tutmaya çalışıyor.
Bölgedeki kadınlardan toplumsal cinsiyete dayalı şiddete dair bir şikâyet duydunuz mu?
Ben bunları duydum. Kesinlikle her şeyden önce, şiddet olmasa bile, çoğu yerde tuvalet duş hala sağlanamamıştı. Benim gittiğim o mahalle kamplarının hiçbirinde duş diye bir şey yoktu. Yan yatmış apartmanlara girip oradaki tuvaletleri, banyoları kullanıyorlardı. Birinin evi belki biraz daha orta hasarlıysa onun evine gidip kullanıyorlardı. Tabii kadınların durumu özellikle sıkıntılı, erkeklerin dışarıda duş alma gibi imkânları da olabiliyor. Böyle bir eşitsizlik durumu var.
Örneğin, kadınların su taşımaları gerekiyor ve suyu 800 metre öteden bir yerden alıyorlar. Suyu kadınlar taşıyor, yolda giderken o 800 m boyunca kaldıkları kampta taciz olaylarından bahsediyorlar. Bir kısmı çadırlarda birlikte kaldıkları yabancı erkekler ya da kendi akrabaları tarafından şiddete uğradığını ifade ediyorlar. Bunlar oluyor, gün geçtikçe çok daha sert bir şekilde görüyoruz. Kadınların göze batmamaya çalışmak gibi bir çabaları var. Çok yalnız kalmamaya çalışıyorlar. Çadırdan çok çıkmamaya çalışıyorlar. Açık ve tenha yerlerde bulunmamaya çalışıyorlar. Zaten gidebilecekleri kim var ki? Normal zamanda bile bu insanlar polisi arayamıyor. Kimseye haber veremiyor, sağlık çalışanlarıyla konuşamıyor. Böyle bir durumda ise hiç konuşamıyorlar.